SAADET PARTİSİ ANTİ ERBAKANCI, ANTİ MİLLî GÖRÜŞÇÜ ZİHNİYET ELİNDE

Saadet Partisi Anti Erbakancı, Anti Millî Görüşçü Zihniyet Elinde

Erbakan hak ile doğru kavramlarının tariflerini yaptıktan sonra farkını ortaya koymak için bir örnek verirdi. Zamana, şartlara göre değişmeyen her halükârda doğru olan gerçeklere hak denir. Kelime anlamı olarak hak değişmez demektir derdi.

Doğru ise zamana, şartlara, imkânlara göre uygun, isabetli olan anlamındadır der gerektiğinde, duruma göre değişebileceğini anlatırdı.

Hak ile doğru arasındaki farkı göstermek için şu örneği verirdi: Şemsiye kullanmak yağışlı bir havada doğru, açık havada gerekmediği için doğru değildir.

Erbakan lideri olduğu Millî Görüş siyasetini 40 yıllık süreç boyunca devamlı değişen şartlara, ortamlara, gelişmelere, imkânlara ve dönemlere göre tanzim ederken hiç değişmeyen temel esaslar, değişmeyen bir istikamet, değişmeyen bir hedef ortaya koydu.

Özellikle Millî Selamet Partisi döneminde ağırlıklı olarak değişmeyen doğruları hak ve hakikatleri dile getirir, hak-batıl mücadelesine vurgu yapardı. Bu nedenle gerçek, hakiki ve ambalajsız çıplak Erbakan Millî Selamet Partisi dönemindeki Erbakan’dır.

Millî Selamet Partisi döneminin en temel karakteristik özelliği Millî Görüş’ün hakkı temsil ettiği, bunun dışında kalanların her ne olursa olsun batıl olduğu söylemidir.

Erbakan çok açık, net şekilde ve büyük bir pervasızlıkla Millî Selamet Partisi’ne oy vermeyen -bilsin ya da bilmesin fark etmez- Yahudi askeridir derdi. Millî Selamet Partisi’ne oy vermeyi çok net olarak imanın şartı olarak ortaya koyardı!

Bunu seminerlerde çok daha ısrarcı şekilde ifade eder, Millî Selamet Partisine oy vermeyen, var gücü ile desteklemeyen kesinlikle cennete giremez derdi. Şöyle de bir örnek verirdi: Mahşer günü hesaplar görüldüğünde bir kişinin gece yarısı astığı Millî Selamet Partisi afişi terazinin sevap kefesine konulduğunda; diğer kefesine dağlar kadar günahı konulduğunda yerinden oynatamaz!

Millî Selamet Partisi’nin Ankara’daki bir seminerine katılıp Erbakan’dan bu ve daha ileri sözleri duyduğumda Bediüzzaman Hazretlerinin bir muhakeme/değerlendirme yöntemine başvurdum ve vicdanımın kesin kanaatini ortaya çıkardım.

Elazığ’a döndüğümde bu muhakeme ve kanaatimi Bediüzzaman Hazretlerinin en yakın talebesi hemşerimiz Hulusi Yahyagil Efendiye, bir mektuba yazıp dershaneden eve döndüğünde yolda elden teslim edip cevap lütfetmesini istirham ettim.

Erbakan’ın sözlerine uyguladığım Bediüzzaman Hazretlerinin muhakeme yöntemi kısaca şöyle:

“Ben Kur’an-ı Kerim’i dinlerken düşündüm ki bu ayetler hiçbir söze benzemiyor, başka bir söze denk, eşit değil. Dolayısıyla Kur’an ya en yüce sözler olarak Allah’ın ayetleridir, ya da hiçbir söze benzemediğine göre -hâşâ- bütün sözlerden aşağı, en adi sözlerdir. Bunun ortası yoktur. Vicdanım bana dedi ki bu sözler asla en aşağı sözler olamaz. O halde tek ihtimal kalıyor: Bunlar en yüce, en yüksek değerde sözlerdir ve ancak Allah’ın ayetleri olabilir.”

Bediüzzaman Hazretlerinin bu muhakeme yöntemini Erbakan’ın sözlerine şu şeklide uyguladım: “Millî Selamet Partisi’ne oy vermeyen kim olursa olsun, bilsin bilmesin Yahudi askeridir” sözünü söyleyen bir insan ya herkesten adi, aşağılık, sahtekâr, istismarcı, yalancı Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz, hayâsız bir alçak adam olmalıdır. Ya da eğer böyle değilse, doğru söylüyorsa o halde mutlaka Beklenen Mehdi olmalıdır. Çünkü ancak Beklenen Mehdi’ye taraf olmayan inkârcı olabilir. Bunun ortası ise kesinlikle yoktur, asla olamaz! Vicdanım dedi ki Erbakan asla en alçak bir kişi olamaz. O halde en yüce bir şahsiyettir! Öyle ise Beklenen Mehdi Erbakan’dır!

Tabii ki olayı öylece kabul edip meselenin peşini bırakmadım. Ondan sonra adeta hayatımı adayıp Erbakan’ı tanımanın, gerçek yüzünü görmenin ve anlamanın peşine düştüm. Ve o ilk günkü kanaatim hiçbir zaman, hiçbir şekilde değişmedi.

Aslında Erbakan’ın sözlerini karşı cepheden de tasdik eden biri vardı. İsmet İnönü 1973 Genel Seçiminde Millî Selamet Partisi için; “Bir bakıma iyi olacak. Bakalım 50 yıl sonra hala kaç kişi kalmış?” diyerek Erbakan’a oy verenlerin sayısını Müslüman sayısı olarak değerlendirmişti!

Bu inanç, düşünce ve görüşleri paylaştığımız arkadaşlardan bir topluluk oluştu. İşte El-Azizciler dediğimiz grup bu şekilde ortaya çıktı. Zamanla ayrılanlar, katılanlar oldu ve takriben aynı sayımızı koruyarak yola devam etmekteyiz.

Erbakan ve Millî Görüş’ten önce Bediüzzaman Hazretlerini ve Risale-i Nur eserlerini tanıyor, okuyor, biliyorduk. Bu sayede Mehdi konusunu Erbakan bağlamında ele alarak Risale-i Nur Külliyatında araştırmalar, incelemeler yaptık ve kanaatlerimiz giderek pekişti.

Erbakan 12 Eylül 1980 sonrasında Refah Partisi döneminde bu söylemini yumuşattı ve Refah Partisi için çalışmayan, oy vermeyen şuursuzlar patates dinindendir dedi. Bunu şöyle ayrıntılandırıyordu…

Şuursuz Müslümanlar günde 5 kez camiye doluşup patates çuvalları gibi diziliyorlar, sonra dışarı çıkıp havalanıyorlar ve geri dönüyorlar. Ne yaptıklarının, namazda Fatiha okurken ne dediklerinin şuurunda değiller. Seçimde de din düşmanı, inkârcı, renksiz partilere oy veriyorlar.

Müslümanca inanmadan, Müslümanca düşünmeden, Müslümanca davranmadan, Müslüman olunmaz; ancak patates dininden olunur diyordu…

Erbakan Millî Görüş söylemini 12 Eylül 1980 sonrası değiştirerek Başbakan Özal ve ANAP karşısında biraz yumuşattı. Bir keresinde “Hocam şu ANAP’a oy verenler de Müslüman mı?” denildiğinde şu cevabı verdi: Elbette ki onlar da Müslüman. Ama Müslüman var, Müslüman var!

Erbakan, kendi koyduğu isim ile hile rejimi ve köle düzeni karşısında mücadelesini sürdürürken Hz. Peygamber (SAS)’in buyruğu ile harp hiledir ve düşmanın silahıyla silahlanınız talimatlarına harfiyen uyarak olağanüstü bir başarıyla uyguluyordu.

Erbakan’ın 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası söylemi, başka bir ifade ile Millî Selamet Partisi ve Refah Partisi söylemi arasındaki iki temel fark göze çarpıyordu.

Birincisi, Erbakan Millî Selamet Partisi dışındaki partilere oy verenleri Müslüman saymıyordu ama ANAP’a oy verenlere karşı bu sert söylemini bazen yumuşatıyordu.

İkincisi, Millî Selamet Partisi döneminde Erbakan hiçbir zaman, hiçbir konuda karşıtı olan partilerle paralel düşmezdi, her zaman mutlaka aksini söylerdi. Ama Refah Partisi döneminde çoğu zaman Başbakan Turgut Özal ve ANAP’a karşı çok hırçın bir söylem kullanan, ağır hakaretler içeren eleştiriler yönelten muhalefet partileriyle adeta ağız birliği içerisinde tenkitler yapıyordu.

Bunun nedeni kutuplaştırılan toplumda Refah Partisi’ne oy vermeyecekleri ANAP’a yöneltmekti. Başka bir ifade ile Erbakan, Millî Görüş aleyhine şartlandırılan toplum kesimlerinin eski MSP’li diye Turgut Özal’a oy vermekten kaçınmalarını engellemek, ANAP’a dolaylı destek vermek istiyordu.

Erbakan AKP iktidarı döneminde de ANAP için uyguladığı yöntemleri uyguladı. Millî Görüş’ten yollarını ayırıp AKP’yi kuran Başbakan Erdoğan ve arkadaşları için diğer muhalefet partileri ile ağız birliği ederek ağır hicivler, sert eleştiriler yöneltiyorken asla onları inkârcılıkla suçlayıp tekfir etmiyordu. Haylaz talebelerim, mektebin arka kapısından kaçanlar gibi mizahi tabirler kullanıyordu.

Peki, Millî Selamet Partisi dışındaki partilere oy verenleri inançsızlık, Yahudi askeri olmak şeklinde niteleyen Erbakan Refah Partisi yerine ANAP’a oy verenleri, Saadet Partisi yerine AKP’ye oy verenleri neden öyle nitelemedi?

Hatta diğer partilerden daha çok yüklendiği ANAP ve AKP için neden diğer partilere yaptığı gibi inançsızlık atfetmiyordu?

Erbakan elbette ki hile rejimi ve köle düzeni karşısında siyaset yapıyordu. İstiyordu ki kutuplaştırılıp aleyhine şartlandırılan kesimler ANAP ya da AKP’ye oy versin. Bunu sağlamak için ANAP ve AKP’ye yüklendikçe yükleniyordu.

Yani Erbakan bunu hak ve hakikat olduğundan değil; doğru olduğu için yapıyordu. Siyaseten bu yaptığı doğru idi. Ne var ki ANAP ve AKP iktidarlarını ülke yararına, iyi işler yaptıkları halde eleştiriyordu!

Erbakan bu siyasi taktiği en etkili şekilde 2007 Genel Seçiminde uyguladı. Başbakan Erdoğan’ın bizzat AKP oyları % 28’e düştü diye itiraf ettiği bir dönemdi. Cumhuriyet Mitingleri yapılıyor milyonlar meydanlarda toplanıyorlardı. AKP iktidarından İslami kesimler umduklarını bulamazken, laik kesimler de gizli ajandası var diye korkuyor, Türkiye’nin İran yapılmak istendiğine inanıyorlardı.

Erbakan, bu minvalde gidilen 22 Temmuz 2007 Genel Seçiminde özellikle Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ın kanalları gibi laik kesime hitap eden televizyonlara çıkıp AKP’ye ve oy veren seçmenine yönelik ağır hicivler, sert eleştiriler yöneltiyordu.

Erbakan’ı laik kesime hitap eden kanallara AKP iktidarına zarar verip olabildiğince oylarını azaltsın diye çıkartıyorlardı. Oysa Erbakan bu laik kesimlere korkulacak bir şey yok AKP de sizden mesajı vererek endişelerini gideriyordu!

Erbakan böylece bir taşla iki kuş vuruyordu. 1-“Başbakan Erdoğan’ın gizli ajandası var, bunlar için demokrasi amaç değil araç, ülke adım adım şeriata götürülüyor” diyen laik kesimin bu düşünce ve kanaatini değiştirip AKP’nin düzenin herhangi bir partisinden farkı olmadığı kanaatini uyandırmak.

2- AKP’yi şiddetli eleştirilere hedef kılıp Millî Görüş’ün hakiki çekirdek oylarının ona gitmeyip Saadet Partisi’ne verilmesini sağlamak.

Erbakan seçim öncesi çıktığı söz konusu televizyon kanallarında bir fıkra da anlatıp aslında ne yapmaya çalıştığını da saklamadan söylüyordu. Ama kimse Erbakan’ın bu fıkra ile ne demek istediğini anlamadı, ta ki sandıklar açılıncaya kadar!

Fıkra şöyleydi: Ukala bir şehirli, sigarasını yakmak için ateş isteyen köylüye cep fenerini yakıp uzatıyor. Köylü de sigarasını tutup yakmaya çalışıyor. Bunu gören biri “Be akılsız o elektrikli fener, onunla sigara tutuşur mu hiç?” diye ikaz ediyor. Köylü sakince “Ben de biliyorum, ama şu ukalanın pillerini bitirmek istiyorum” karşılığını veriyor.

Peki, 2007 Seçimi öncesi Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ın kanallarında bu fıkrayı anlatan Erbakan ne demek istiyordu?

Şunu: Mehmet Haberal, Tuncay Özkan bana saf köylü muamelesi yaparak AKP aleyhine konuşturmak ve oylarını azaltmak istiyorlar. Ben ise AKP’nin Millî Görüş ile hiçbir alakası olmadığını söyleyip Laik kesim gönül rahatlığı ile oy versin istiyorum!

Yani sigarasını yakmak isteyen Erbakan, cep feneri tutup saf köylü yerine koyan ise Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan!

Sandıklar açıldığında laik kesimin Cumhuriyet Mitinglerinde atılan ateşli nutuklara değil; Erbakan’a inanıp “Bu AKP’nin Millî Görüş ile alakası yok” kanaatine vardığı görülüp anlaşıldı!

Erbakan Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ın kanallarında temsil ettikleri kesimin pilini bitirirken; % 28’e düşen AKP oylarını % 45’e çıkartıyordu. Üstelik de bunu onların televizyonları sayesinde yapıyordu.

Ama kendini akıllı sanan laikler bunu anlayacak bir kafaya sahip değillerdi. Tabii, Erbakan’ın bu oyununa Haberal, Özkan yalnızca değil, kendini uyanık zanneden tüm laik kesimler gelmişti.

Bunları niçin mi anlatıyoruz?

Şimdi Saadet Partisi kabuk yönetimini kontrolüne geçiren YİK Başkanı O. Asiltürk ve paradan başka değer tanımayan bordrolu BEŞLİ ÇETESİ uyguladıkları anti Erbakancı, anti Millî Görüşçü politikalarla bizim pilimizi bitirmeye çalışıyorlar!

Açıkçası Erbakan’ın Yahudi’ye yaptığını şimdi Yahudi Millî Görüşçülere yapıyor. Bu iş bir üstün akıl, basiret, feraset ve dirayet işidir. Belletilmiş sloganlarla siyaset yapıp kendini akıllı zanneden ukalaların akıbeti Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ınkinden farklı olmaz!

Erbakan adına toplantılar tertipleyip klişe Millî Görüş söylemlerini dillerine pelesenk ederek Saadet Partisi için sözde çalışmalar yapıyorlar. Böylece Millî Görüş’ün pilini bitirip çırasını söndürmeye çalışıyorlar. Millî Görüşçülerin ezberini bozmaya çalışana ise uyuz sırtlanlar gibi saldırıyorlar.

Buradan Fatih Erbakan’a bir tavsiyede bulunmak istiyoruz: Yapılan toplantılarda bir tek kendisi liderimiz Erbakan diye övgülerle söz ediyor. Diğerleri ise ağızlarını eğip bükerek başka şeyler konuşuyorlar...

Erbakan’dan ya söz etmiyorlar, ya da söz ettiklerinde etmemekten beter ediyorlar. Fatih Erbakan’ın sıkça babasından söz etmesi, övmesi doğru değil. Herkes babasını över. Bu sıradan bir övgü olarak algılanır. Erbakan asla bu türden övgüye, anılmaya layık değildir. Erbakan’ı tanımak, anlatmak, övmek kolay değildir.

Erbakan’ı asıl anlatmaları gereken Ak Saçlılar ise yüzlerini kara edip bundan imtina ediyorlar. Onlardan başka türlüsü de beklenemez. Onlar hile rejimi ve köle düzeni adına Erbakan’ın yanına iliştirilmiş provokatör ajanlardan başka bir şey değiller.

Fatih Erbakan babasını anlatmak durumunda kalıyor, böylece oyuna geliyor. Bunu yapmasın. Mecbur kalmadıkça babasından söz etmeden kendi söylemini oluştursun ve siyasi vizyonunu ortaya koyup anlatsın.

Erbakan’ı yüzü kara Ak Saçlılar isterlerse hiç anlatmasınlar. Erbakan’ı adamakıllı bir şekilde anlatacaklar mutlaka çıkar hiç endişe edilmesin.

Sayı: 752

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar El-Aziz Editör - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler