AYAĞINA GELİYORLAR

Geleceğe projeksiyon tutanlar yükselen parlayan yıldız olarak Türkiye’nin oluşacak yeni dünya düzeninde lider bir konum elde edeceğine kesin gözüyle bakıyorlar. Yüksek sesle dillendirmek istemedikleri için kısık sesle kapalı devre yaptıkları iletişimler zaman zaman basına da sızıyor.

Eski Türkiye’de ayağına çağıranlar Yeni Türkiye’nin

AYAĞINA GELİYORLAR

Önce İngiltere Başbakanı Theresa May’in, ardından Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in Türkiye’yi ziyaretleri art arda birçok önemli resmi konuğun Ankara’da ağırlanmasını birlikte getirdi. İngiltere Genelkurmay Başkanı Stuart William Peach’la CIA Başkanı Mike Pompeo ve ilk ülke ziyaretini Türkiye’ye yapan çiçeği burnundaki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres Cumhurbaşkanlığı Sarayında, Başbakanlık Köşkünde kabul edildiler.

İngiliz Başbakan May, görevi devralıp Beyaz Saray’a taşınan Başkan Trump’ın kabul ettiği ilk ülke lideri olarak Washington’dan, Londra’ya uğramadan Ankara’nın yolunu tuttu. Kendi ülke medyasında yaptığı eleştiri ve alay konusu edilen Başbakan May’in, Trump’tan mesaj mı Türkiye’ye götürdüğü sorusu tartışıldı. May Ankara’da önemli anlaşmalar da imzaladı.

Almanya Şansölyesi Merkel’se Türkiye ziyaretlerini rutin hale getirdi, çetelesini tutmak bile çok zor. Merkel’in sıklıkla yaptığı Türkiye ziyaretleri Alman Medyasında yoğun eleştiri/alay konusu yapılırken, buna neden ihtiyaç duyduğu tartışılmaktadır. Eskiden Tayip Erdoğan’ın Almanya ziyareti için sıkça randevu istemesine karşın şimdi Angela Merkel’in bunu yaptığı sorgulanmakta, Almanya’nın Türkiye karşısında küçük düşürüldüğü ifade edilmektedir.

Öyle ki, Almanya-Türkiye ilişkilerini evliliğe benzeten bir kısım Alman basını ayrılmanın da -ortada üç tane çocukları olduğundan söz edilerek- mümkün olmadığından yakınmaktadır. Bu çocuklar Almanya’daki 3,5 milyon Türk, iki ülke arasındaki büyük ticaret hacmi, mülteci sorunu olarak sayılıyor. Şansölye Merkel’in kadın olmasından kinaye, alay konusu evliliğin mizahi müstehcenlik şekline dönüştürüldüğü de gözlemleniyor.

Açıkçası Haçlı Batılılar liderlerinin Türkiye’yi yücelten ziyaretlerinden zillet ve acı duymaya başladıklarını artık gizlemiyorlar. Ne yazık ki Türkiye’nin gayri milli aydınları ve medyasına bakanlar bu izzetin, şerefin tadına varma imkânı bulamamaktadırlar. Her olayda dürbünün tersiyle bakarak değerlendirme yapan, ahkâm kesen mankurtlaşmış, Erbakan’ın ifadesiyle gâvur âşığı taklitçi bir kesim Türkiye’nin Batı karşısında bağımsızlığından, yükselişinden, şanlı tarihindeki gibi küresel güç olmasından oldukça rahatsızlık duymaktadır.

Yahudi-Haçlı ittifakının bir türlü engelleyemediği Türkiye’nin yükselişini Batı Uygarlığı sona mı eriyor şeklinde lanse ederek korkuya yol açanların asıl korkularının siyonizmin yeryüzü hegemonyasının çöküşü olduğu gerçekliği gizlenmek istenmektedir. Oysa Batı Uygarlığını çökerten, Büyük Ortadoğu Projesi ambalajında Arzımevud üzerinde Büyük İsrail’i kurmayı planlayan, bunun için Irak’ı işgal ettiren Dünya Siyonizm’idir.

Batı Uygarlığının lokomotifi tek süper güç ABD ve müttefiklerini Büyük İsrail’i kurma amacı ile bir sürü yalan uydurup gerekçeler hazırlayarak Afganistan ile Irak’ın işgalini sağlayanlar NEO-CON denilen Siyonistlerden başkası değildi. Küresel İslami cihad örgütlerinin direnişi karşısında büyük askeri/maddi kayıplar veren işgalci ABD ve müttefikleri yenilip çekilmeye mecbur kaldıklarında bu defa yol açtıkları küresel ekonomik krizin pençesine düştüler.

Batı Dünyası küresel ekonomik kriz içinde kıvranırken, Türkiye durumu fırsata dönüştürdü. ABD ve müttefikleri çekilirken bölgede ortaya çıkan boşluğu Türkiye doldurmak için özgün, bağımsız politikalar izlemeye başladı. Komşularla sıfır sorun politikası uygulayarak tüm bölge ülkeleriyle siyasi, ekonomik, diplomatik ilişkilerini geliştirip atağa geçen Türkiye önce Şii kalkanıyla, ardından da Arap Baharıyla kuşatılmaya çalışıldı. Lakin bölgeye geri dönüp yeniden işgal etme imkânları kalmadığından, yürütmeye çalıştıkları vekâlet savaşından bir sonuç almaları mümkün değildi. Mezhepsel, etnik ayrılıklar körüklenerek bölge fitne, fesat ateşinde yansa da yıkılmakta olan Batılıların I. Dünya Savaşında inşa ettikleri statükodur!

Eskiden böl yönet politikaları Batı emperyalizmine hizmet ediyordu; şimdi Türkiye’nin işine yarıyor. İşgal ettikleri Osmanlı coğrafyasında sınırlarını cetvelle çizip suni devletler kurmuş olan Batılı devletler başlarına kuklalarını geçirerek işbirlikçi baskı rejimleri oluşturmuşlardı.

Arap Baharıyla başlayan demokrasi talepleri karşısında Türkiye toplumların beklentilerinin karşılanması doğrultusunda politikalar geliştirirken Batılı ülkeler dikta yönetimlerine destek verdiler. Bu durum karşısında Batılıların demokrasiyi, özgürlükleri, insan haklarını yalnızca kendilerine istedikleri, özellikle Müslümanlar için asla istemedikleri gerçeği ortaya çıktı. Bu da Türkiye’yi örnek alınan, umut bağlanan lider ülke konumuna getirdi.

Ne var ki, bu tür süreçler çalkantılı, sancılı olur. Taşların yerli yerine oturması kolay olmaz. Toplumsal olaylar çok fazla hızlı gelişmez, zaman alır. Gelişmeler devam ederken sonucu öngörmek kolay olmaz, çoğu zaman yanıltıcı olur. Nitekim ABD ve müttefikleri Irak’ı işgale başladıklarında kuzeyde özerk Bölgesel Kürt Yönetimini oluşturarak Türkiye’yi bölmek için hesaplar yaptılar. İçerideki işbirlikçi yandaşları da felaket tellallığı yaparak Türkiye bölündü bölünüyor diye yaygara koparıp bölücü terörü umutlandırıp yüreklendirdiler. Ama sonunda Mesut Barzani yönetimi Kürtlerin demokratik haklara sahip oldukları, özgürlük, barış içinde yaşadıkları tek ülkenin Türkiye olduğu gerçekliğini gördü ve entegre olmaya dönük siyaset izlemeye başladı. Bu yüzden Batılı ülkeler Barzani yönetimini devirmek için artarda girişim başlattılar.

Benzeri durum Suriye’de de yaşandı, yaşanıyor. Başta ABD ve müttefikleri Türkiye-Suriye savaşı çıkartarak Arap ülkelerini de dâhil etmek üzere yaptıkları plan gereği Esat yönetimi mutlaka gitmeli dediler. Özgür Suriye Ordusunun oluşumuna öncülük ettiler. Türkiye’yi tek başına savaşa süremeyince bu kez Özgür Suriye Ordusunu dağıtıp PKK/PYD teröristlerini destekleyip kantonlar oluşturmaya çalıştılar.

Lakin Özgür Suriye konusunda Türkiye’nin ABD ve müttefiklerinin askeri desteğine ihtiyacı yoktu. Tek ihtiyacı olan meşruiyetini ise kuruluşuna öncülük yaparak zaten sağlamışlardı... Türkiye kendisine kalleşlik eden ABD ve müttefiklerini artık oyunlarıyla baş başa bırakarak başka bir müttefik bulacak konuma gelmişti. Rusya ile anlaşarak Fırat Kalkanı harekâtına ÖSO ile birlikte start verdi ve şu anda Suriye’de sahadaki en etkin güç konumuna geldi.

Süreç devam ederken Siyonist-Haçlı ittifakının içerideki işbirlikçileri Türkiye’nin Suriye’deki politikalarını tam bir felaket şeklinde lanse ederek dağı taşı inletiyorlardı. Türkiye de IŞİD’e karşı mücadele etme gerekçesiyle Fırat Kalkanı harekâtını başlatarak diğerleri gibi sahaya indi ve Suriye’de belirleyici konuma geldi. Şimdi de Türkiye Suriye’ye niye girdi diyorlar!

Rusya ve İran’ı da yanına alarak Astana müzakere sürecini başlatan Türkiye Batılı ülkeleri baypas etmeyi başardı. Rusya üzerinden rejimin muvafakatini alarak Suriye’de etkin siyasi faktör haline gelen Türkiye hem diplomasi masasında hem arazide belirleyici konumdadır.

ABD ve müttefikleri Irak işgalinde yenilgiye uğrayarak bölgeden çekildikten sonra dünyada da etkin güç olmaktan çıktılar. Artık ne tek süper güçten ne küresel düzenden söz etmenin imkânı kaldı; fiilen çok kutuplu bir dünya oluşmuş durumda. Geleceğe projeksiyon tutanlar yükselen parlayan yıldız olarak Türkiye’nin oluşacak yeni dünya düzeninde lider bir konum elde edeceğine kesin gözüyle bakıyorlar. Yüksek sesle dillendirmek istemedikleri için kısık sesle kapalı devre yaptıkları iletişimler zaman zaman basına da sızıyor.

Bu gerçekliğin farkında olan birçok ülkedeki siyasi odak Türkiye ile ittifak ve dayanışmanın önemini kavrayarak birlikte hareket etme stratejileri geliştiriyorlar. Türkiye ile işbirliği yapan siyasi kanatların başarılı olması cazibesini arttırırken, bileğinin bükülememesi ise güvenilir partner olmasında belirleyici faktör olmaktadır.

Irak’ı işgal kararını açıklayan ABD Başkanı Bush’un ya bizimlesiniz ya düşmanımız diye tehditle dayatmada bulunmasına karşın 1 Mart Tezkeresini Meclis’ten geri çeviren Türkiye ben seninle değilim dediği halde herhangi bir hesap sorulamadı. Bu durumu gören bölge ülkeleri ABD ve müttefiklerine rağmen Türkiye ile birlikte hareket etmekten çekinmediler.

Ondan sonraki süreçte Türkiye Batılı sözde müttefiklerinden bağımsız, özgün politikalarını oluşturmaya devam etti. Batılı müttefikleri Türkiye’ye yönelik terör örgütlerini kullanmaktan öte müeyyide uygulayamadılar. En son NATO destekli 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimini akamete uğratarak karşı darbeye dönüştürüp büyük bir temizlik harekâtı başlatan Türkiye, hiçbir şekilde bileğinin bükülemeyeceğini dost düşman herkese gösterdi.

FETÖ ile birlikte PKK’ya da vurulan ağır darbelerin ardından umutsuz kalan batılı ülkelerin yönetimleri çaresiz Türkiye ile birlikte hareket etmeye mecbur kaldılar. Gelişmeleri izleyen, olup biteni görüp Türkiye’nin gücünü fark eden bölge ülkeleri yönetimleri de Batılıları değil, Türkiye’yi tercih etmeyi yeğlediler.

Eğer Rusya ve İran bölgeye dönük Türkiye’nin belirlediği politikaları desteklemeye başladı ise dünya siyasetinin ağırlık merkezi olduğunu gördükleri içindir. ABD ve İngiltere’yi kadim müttefik bilen Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri onlara rağmen Türkiye ile birlikte hareket etmekten sakınca görmüyorlarsa gücünü keşfetmiş oldukları içindir.

ABD politikasında giderek seslerini yükselten ve son başkanlık seçiminde, statükonun tüm engellemelerine rağmen Trump’ı seçtirmeyi başaran Ulusalcılar da Türkiye’nin safında yer almak için çaba sarf etmektedirler. Başkan Trump’ın Beyaz Saray’da ilk ağırladığı İngiltere Başbakanı May’in ülkesine uğramadan Türkiye’nin yolunu tutması boşuna değildi. Nitekim bu yüzden May’in Türkiye ziyaretine dünyada büyük önem atfedildi ve çokça konuşuldu.

Başkan Trump’ın açıkladığı politikalar zaten Türkiye’nin bölge politikalarıyla örtüşmektedir. Rusya ile uzlaşmaya önem vermesi, sorunları terör örgütleriyle değil devletlerle birlikte ele alıp çözmek istemesi, darbelere, ihtilallere, ayaklanmalara destek verilmeyeceğini demesi gibi birçok politik yaklaşımı Türkiye’nin yararınadır.

Türkiye’ye karşı Şii kuşak oluşturmak için İran’ın desteklenip bölgede etkin güç konumuna getirilmesine darbe vuracak söylemlerinin de olumlu karşılanması gerekir. İran’ın Siyonist-Haçlı ittifakı içinde yer alıp bölgede mezhep savaşları başlatması, Türkiye gibi bütün İslam Dünyası için büyük tehdit oluşturuyordu. Trump’ın İran’a dair açıkladığı politikalar bölgenin barışına katkı yapacaktır. İran’ın PKK da dâhil terör örgütlerini desteklediği bir vakıadır.

İsrail yanlısı malum kişiler Rusya ile ABD’nin Türkiye’ye karşı ortak politikalar izleyeceğine dair düşünceler dillendirmektedir ki, bunlara aç tavuğun rüyada darı görmesi türünden boş hayaller olarak bakmak lazım. Yadsınamaz gerçek şu ki, ABD ve müttefiklerinin politikaları başarısız olmuş ve bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardır. Trump Afganistan ve Irak’taki savaşta 6 trilyon harcadık, hiçbir şey elde edemedik diyor. Türkiye’yi engellemek için İran’ı desteklemelerine karşı Rusya ile stratejik ittifak kuruldu. Bu ittifakı yıkmak için yapılan tüm provokasyonların arkasında İsrail olduğunu Türkiye ve Rusya biliyor, şimdilik not ediliyor.

Sayı: 952

14 Şub 2017 - 18:06 - Manşet



göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler