BAŞKANLIĞA KARŞI

Yıllardır bölücü terör örgütü PKK’yı, diğer sol terör örgütlerini barındırıp himaye eden Avrupa, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'yı "istenmeyen kişi" ilan ederek sınır dışı etti.

Türkiye düşmanı Avrupa tam tekmil

BAŞKANLIĞA KARŞI

Türkiye’nin özüne dönerek 1000 yıllık Selçuklu-Osmanlı İslam Medeniyetinin devamı, lider ülke politikası izleyip dünya sahnesinde aktif rol almasıyla Türk korkusu, İslam düşmanlığı yeniden depreşen Avrupa’nın Haçlı zihniyetinin hortlamaya başladığı görülüyor.

TBMM’den geçirilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referanduma sunulurken Avrupa ülkelerinde Hayır kampanyası yürütenlere destek sağlanıp, kolaylık gösterilmesine karşın; Evet için yapılan çalışmalara köstek olunup engel çıkartılıyor. Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımızın Evet oyu kullanmasını engellemek için lehte yapılan her türden faaliyeti ve organizasyonu yasaklayan olağanüstü hal uygulamaları yapılıyor.

Yıllardır bölücü terör örgütü PKK’yı, diğer sol terör örgütlerini barındırıp himaye eden, mali ve lojistik destek sağlayan Avrupa ülkeleri; Türkiye’yi içeriden çökertip nihai Sevr Planı için yumuşak lokma haline getirme çabalarını pervasızca sürdürmektedirler. Türkiye teröristleri etkisiz kılmak için harekete geçtiğinde ise demokrasi, insan hakları, özgürlükler diye feryat figan edip yaygara koparmaktadırlar.

Türkiye’nin içinden ise mankurtlaştırılmış işbirlikçiler kızılelmaları olan Batılı Siyonist-Haçlı uygarlığı adına beşinci kol faaliyeti yürütmektedirler. Türkiye’nin bütün milli meselelerinde, davalarında Siyonist-Haçlı ittifakının yerli uzantısı olarak hareket eden bu yıkıcı unsurların milletimizin değerlerine düşmanlıkları, ülke çıkarlarına karşıtlıkları her olayda kendini açık, net gösteriyor. Türkiye dışarıda Siyonist-Haçlı kuşatması, içeride ihanetle karşı karşıyadır.

Avrupa Birliği ile ihtilaflarında, ABD ile anlaşmazlıklarında, Rusya ile sorunlarında bunların daima politikalarına karşı çıkma adına Türkiye aleyhinde konuşlandıklarını görüyoruz. Irak ve Suriye’deki gelişmeler vesile edilerek, yine Türkiye karşıtlığı yaptıklarına şahit oluyoruz. İran’ın yürüttüğü Şiilik temelli mezhepçi, yayılmacı politikalarla bölgede nüfuzunu arttırmak için Siyonist-Haçlı ittifakı içinde yer almasını olumlayan tavır sergilediklerini gözlemliyoruz.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine yönelik en agresif eleştirileri de keza Siyonist-Haçlı ittifakına paralel hareket eden bu çevreler yapmaktadırlar. Bir yanda toplumu kutuplaştırıcı aşırılıklar sergileyip bir gayrimilli cephe oluştururken, diğer yanda Cumhurbaşkanı ve AKP iktidarının söylemini kutuplaştırıcı olmakla suçlamaktadırlar.

Siyonist-Haçlı ittifakının hükümferma olduğu Batılı ülkelerde yaşanan ırkçı, faşist, İslam ve Müslüman düşmanı, yabancı karşıtı akımların resmi politikalara yansıdığı hatta dönüştüğü bu işbirlikçi mankurtlarca ısrarla görülmek istenmemektedir. Bunun gibi Batılı ülkeler de bu mankurtların suç teşkil eden, terörü destekleyen, teşvik eden, eylemlerine iştirak eden tüm kriminal faaliyetlerini düşünce özgürlüğü, insan hakları adına sahiplenip savunuyorlar.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi karşıtlığında da yine ittifak içerisinde hareket eden bu işbirlikçilerle Batılı ülkelerdeki ağababaları sömürge tipi Eski Türkiye’nin vesayetçi rejimine birlikte sahip çıkıp statükonun devamı için canhıraş bir mücadele yürütmektedirler.

Türkiye’nin ayağa kalkıp dik durmasını, bağımsız, özgür, ileri demokrasiye sahip olmasını, milli değerlerini yüceltmesini, çıkarlarını korumasını emperyalist planları için tehlikeli gören Siyonist-Haçlı ittifakı giderek gözü dönmüşçesine saldırganlaşmaktadır. Diplomatik teamül ve uluslararası kuralları hiçe sayıp çiğneyerek bakanlarımızın seyahat özgürlüğünü ihlalde ısrar eden Avrupa ülkeleri neredeyse Türkiye’ye savaş ilan edecekler.

Bütün bunlarla; demokrasi, insan hakları, özgürlükler havarisi kesilen Siyonist-Haçlı ittifakı ile yerli işbirlikçileri Eski Türkiye sevdalılarının fanilalarının gözükmesi, koyunlarındaki haçı düşürmeleri milletimizin şuurlanmasına ve tarih bilincinin güçlenmesine vesile olmaktadır.

Müstemleke tipi 1923 hile rejimi ve köle düzeni statükosunun yıkılması, emperyalist güçler için vesayet yönetimlerine imkân kalmaması demektir. Eski Türkiye’de parlamenter sistem diye nitelenen güdümlü demokraside vesayetin temsilcisi olarak cumhurbaşkanı, seçim ile işbaşına gelen siyasi iktidarın belirlenen çerçeve dışına çıkmasını engellemekle görevli bir bekçiden başka bir şey değildi. Müslüman toplum rejim için potansiyel tehlike sayılıyordu.

Eğer millet muvazaalı kavga yapan aynı merkezden yönetilen alternatif iki partinin dışında -akredite olmayan- bir başka siyasi hareketi seçerse vesayet rejimini bu sürpriz karşısında korumak için cumhurbaşkanlığı makamı emniyet supabı olarak görev yapıyordu. Vesayete vaziyet eden odakların olurunu almayan kişilerin seçilmesini engellemenin tezahürü olarak daima cumhurbaşkanlığı seçiminde kriz çıkmıştır. En son olarak Abdullah Gül’ün seçimine engel olunurken çıkan kiriz nedeniyle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin yolu açıldı. Halkın doğrudan seçimi, vesayet odaklarının istediği kişiyi cumhurbaşkanı yapması önünde büyük engel oluşturmaktadır.

Recep Tayip Erdoğan’ın halk tarafından seçilmesi ile cumhurbaşkanlığı makamı vesayetçi odakların kontrolünden çıkmış oldu. Ancak bu defa sistem yürütmeyi çift başlı hale getirdi. Önceleri cumhurbaşkanı “devleti” başbakan toplumu temsilen görev yaptığından -zımnen- aralarında bir görev bölümü söz konusuydu. Artık o konsept bozuldu, durum değişti…

İçerisinden başbakanın çıktığı parlamento gibi cumhurbaşkanı da halk tarafından seçilince haliyle yürütme çift başlı hale geldi. Mevcut anayasada cumhurbaşkanına tanınan yetkileri başbakanın yetkilerine de tecavüz etmektedir. Örneğin, bakanlar kuruluna cumhurbaşkanı da başkanlık edebilmektedir. Yürütmeye dair daha birçok yetkilere de sahiptir.

Her ikisi de halkın karşısına yürütme alanına giren vaatlerle çıkıp seçildiğine göre yükümlü oldukları icraatlar konusunda ister istemez çelişip karşı karşıya gelirler. Cumhurbaşkanıyla başbakan farklı siyasi geleneklerden, düşüncelerden geldikleri takdirde bu çelişkili durumu telafi etmek alabildiğine zorlaşır. Bu da ülkeyi kaçınılmaz şekilde siyasi krizlerle, kaoslarla, önlenemez kavgalarla bölünme tehlikesi ile yüz yüze getirir.

Bu durum Türkiye’nin iç ve dış düşmanları için kaçırılmaz fırsatlar doğurur. Bulanık suların balık avcıları, dumanlı günlerin kurtlar için önemi ne ise kaos ve krize sürüklenmiş Türkiye de düşmanları için o önemdedir.

İşte bu durumu gören Avrupalı tek dişi kalmış canavar referandumda hayır çıksın, Türkiye kendileri için müdahale fırsatları doğuracak kaoslara, krizlere sürüklensin istemektedirler... Bu nedenle de hayır için çalışan Avrupa’daki Türkiye düşmanı bilumum şer gruplarının her türlü kolaylık sağlanarak olabildiğince etkin olabilmeleri için faaliyetleri desteklenirken evet için çalışılmasına hiç olmadık kısıtlamalar getirmekte, engeller çıkarmaktadırlar.

Referandumda evet oyları daha fazla çıkacak olursa ileri demokrasisi sağlıklı işleyecek bir Türkiye daha istikrarlı hükümetlerle yönetilecek. Kararları hızlı alınıp süratle yürütülecektir. Yürütme yasama ve yargıya müdahale edemeyecek. Çünkü Meclis de Hükümet de halkın doğrudan, ayrı ayrı oyu ile oluşacak.

Hükümet sadece icraat yapacak. Meclis yasa çıkartacak ve hükümeti denetleyecek. Yargı ise yasama ve yürütme organlarını denetleyecek, adalet dağıtacak. Her organ kendi işinin gereği, fonksiyon alanında faaliyet yapacak, hiçbiri diğerinin alanına girmeyecektir. Herkes millete karşı sorumlu olacak, 5 yılda bir seçimle ya onayını alacak ya görevinden alınacak, seçimi kazanan gelecek. Böylece iyi işleyen ileri demokrasisiyle Türkiye yalnızca bölgenin değil dünyanın hayranlıkla izlediği bir barış, huzur ve güvenlik ülkesi haline gelecektir. Kim tutabilir o zaman Türkiye’yi yeniden büyük ve lider ülke olma yolunda. Bölge ülkelerinin ve tüm insanlığın Türkiye’de kurulacak olan Adil Düzene ekmek su kadar ihtiyacı var.

Biliriz; bazıları hemen öne fırlayıp; “Anayasada yapılacak 18 maddelik bir değişiklik ile Adil Düzen mi kurulur?” diye celallenecektir. Hayır, öyle diyor değiliz. Ancak Adil Düzene giden yol bu 18 maddelik anayasa değişikliğinden geçer. Bu bilindiği içindir ki, Adil Düzen karşıtı çevreler bu 18 maddelik anayasa değişikliğine öfkeyle saldırıyorlar.

Elbette Adil Düzen İslam şeriatı demektir. Lakin şeriat genelde anlaşıldığı gibi teokratik bir düzen değildir. Teokrasi; Hıristiyanlığa ait, din adamlarının siyasi otorite kabul edildiği, batıl bir sistemdir. İslam’da dini otorite olmaz, din adamları da doğal siyasi otorite değillerdir.

Üzerinde konsensüs oluşturulmuş konuları pratiğe geçirip hizmet sunmanın dışında kimse İslami anlayışını kimseye dayatamaz. Ehlisünnet mezhepleri; sen öyle düşünüyorsan, ben böyle düşünüyorum demenin sistemini getirmişlerdir. Bu, her Müslüman’ın mürşidini kendi tercihi ile seçmesinin yolunu açmıştır. Şia’da Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki gibi dini otoriteye itaat kaçınılmazdır. İslam’da itaat seçimle başa gelen siyasi otoriteyedir.

İslam şeriatı hukuk ve yönetim sistemini gayrimüslimlere dayatmak bir yana Müslümanları bile tek tip bir anlayışa mahkûm etmez. Ancak Müslümanların ve diğerlerinin üzerinde tam bir uzlaşmaya varılarak hazırlanan bir anayasayı, yönetim şeklini onaylamaları sonucunda Adil Düzen oluşmuş olur. Hz. Muhammed (SAS) İslam Devletine esas teşkil eden MedineSözleşmesini Yahudilerin, Hıristiyanların, müşrik kabilelerin iştirakiyle böyle hazırladı.

Gerçek anayasalar sosyal sözleşmelerdir, toplumu oluşturan bütün kesimlerin özgür katkı, gönüllü destek ve rızalarıyla oluşturulurlar. Dayatma ile barışın, adaletin, güvenliğin, huzur ve istikrarın tesisi mümkün değildir.

İslam eğer dinde zorlama yoktur, senin dinin sana, benim dinim bana diyorsa ki diyor; o halde Müslümanlar diğerlerine anayasasını, yönetim biçimini, hukukunu dayatarak baskı rejimi kuramazlar. Birlikte yaşama iradesi göstererek bir devlet toplumu oluşturanlar uzlaşı ile ortak bir anayasa ve yönetim şekli belirlemek durumundalar. Bu nedenledir ki İslam çok hukuklu bir sistemi öngörmektedir.

Böyle bakıldığında, İslam’ın gerçek bir demokrasiyi ve laikliği hayata geçirmeyi öngördüğü yadsınamaz. Hile ve entrika ile güdümlü demokrasiyi yürütmek isteyen Batılıların, İslam ile demokrasi ve laiklik asla bağdaşmaz demeleri sadece cehaletlerinden değil art niyetlerinin bir yansımasıdır.

İnsanlığa özgürlük, demokrasi, insan hakları, barış, huzur, adalet vadeden tüm materyalist ideolojiler 20. yüzyılda uygulandı ve hepsi iflas etti. Tahrif edildikleri yadsınamaz Tevrat ile İncil’in ise insanlığa vadedip inandırıcı olacağı bir düzeni olamaz. İnsanlık yegâne kurtuluş yolunu vahyolunduğu günkü gibi taptaze/dipdiri olan yegâne ilahi kitap Kur’an’dan aramak zorundadır. Başka bir çıkış yolu yoktur. Kur’an’ı ise bir asırdır esaret hayatı yaşayan İslam ulemasından öğrenmeye, anlamaya çalışmak sağlıklı bir yol değildir. Kur’an tüm insanlığa indirilen ilahi kitaptır. Onu anlamak da uygulamak da kimsenin tekelinde değildir.

Sayı: 956

14 Mar 2017 - 18:30 - Manşet



göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler