GÖRMEK NEDEN ZOR?

Her dönemde Türkiye’nin kalkınma hamlelerini, sanayileşme çabalarını engellemeye ve önemli projelerine karşı tepkileri örgütlemeye çalışan bir zihniyetin varlığına kaç kuşaktır milletimiz hep şahit olmasına rağmen bunların kim ya da kimler olduklarını tespit etmesi mümkün olamıyor.

Türkiye’nin önünü kesmeye azmedenleri

GÖRMEK NEDEN ZOR?

Her dönemde Türkiye’nin kalkınma hamlelerini, sanayileşme çabalarını engellemeye ve önemli projelerine karşı tepkileri örgütlemeye çalışan bir zihniyetin varlığına kaç kuşaktır milletimiz hep şahit olmasına rağmen bunların kim ya da kimler olduklarını tespit etmesi mümkün olamıyor.

Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılından 12 Eylül 1980 sonrası Başbakan Turgut Özal’ın liderlik ettiği ANAP’ın 1983 yılındaki iktidarına kadar geçen tam 60 yıllık dönemde Türkiye’nin ihracatı, tamamı geleneksel tarım ürünleri fındık, çekirdeksiz üzüm, incir ve pamuk teşkil edecek şekilde 1,5-2 milyar $ bandına mahkûm oldu. Sadece bu ihracat rakamı bile Türkiye’nin 60 yıl boyunca eli kolu bağlanarak kalkınmasının nasıl engellendiğini çıplak gözlere göstermeye yetmektedir.

Türkiye İkinci Dünya Savaşı dışında kalmış, bu uzun süreyi sanayiini, teknolojisini, ekonomisini geliştirmede değerlendirmemiş; bütün gücünü, enerjisini, kabiliyetini ideolojik devrimlere uygun tek tip bireylerden oluşan bir toplum inşa etme uğruna tüketmişti.

Daha 1945 yılında savaştan çıkmış, bütün her şeyini kaybetmiş ve harabeye dönmüş Almanya hatta 1950’de Türkiye’nin asker gönderdiği bir Kore bölünmesine rağmen sanayileşti, teknolojik yarışta yer aldı ve dev ekonomik güce ulaştı. Türkiye adeta buzdolabına konulup donduruldu!

Çok partili düzene geçildikten sonra Demokrat Parti iktidarındaki çok sıradan kalkınma çabaları bile tahammülsüzlükle karşılandı. 27 Mayıs 1960 Darbesinden sonra siyasi iktidarların iradesini kısıtlayıp yetkilerini birtakım kurum ve kuruluşlara devreden bir yapılanma oluşturuldu.

Yapılan düzenlemelere rağmen rejimin kurucu iradesinin temsilcisi CHP tek başına iktidar olma imkânı bulamayıp İsmet İnönü Başbakanlığında Süleyman Demirel liderliğindeki AP koalisyona giderek bir hükümet kurmak zorunda kaldı.

Süleyman Demirel liderliğinde Adalet Partisi tek başına iktidar olduğunda boğaza köprü yapma çalışmaları sürerken organize bir tepki, örgütlü bir direniş, organize bir kampanya başlatıldı.

Erbakan’ın; ağır sanayini kuran, ileri teknolojiye sahip, motorunu, uçağını, tankını kendi yapan, müstemleke tipi kalkınma yerine bağımsız, lider ülke söylemine karşı da dehşet bir yıpratma ve itibarsızlaştırma kampanyası başlatıldı. Erbakan’ın önünü kesmek için devletin ordusu, yargısı, tüm mekanizmaları seferber edilerek hoyratça kullanıldı.

Başbakan Özal ikinci boğaz köprüsü, Atatürk, Karakaya gibi büyük barajlar, otobanlar yapmak, teknoloji transfer edip telekomünikasyonda hamleler gerçekleştirmeye, radyo ve televizyondaki devlet tekelini kaldırıp medyayı özgürleştirmeye, demokrasiyi geliştirmeye yönelik adeta devrim niteliğinde girişimlerde bulunmak, ekonomiyi dışa açmak için çaba gösterdiğinde de yine büyük tepkiler gösterildi.

Lakin Başbakan Özal,12 Eylül Lideri Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in verdiği destek sayesinde bütün her şeye rağmen Türkiye’nin kabuğunu kırmayı, kendi ifadesiyle çağ atlatmayı başardı.

Başbakan Erbakan 54. Hükümette yaptığı bir basın toplantısında Marmaray, İznik köprügeçişi, Çanakkale köprüsü, İzmir’e kadarki otoban projelerini açıklamış, çizimleri medyada yer almıştı.

Erbakan’ın ifadesiyle menfi sermaye, menfi medya, menfi siyaset ittifak edip Türkiye’yi 28 Şubat sürecine soktu. Bu yüzden bu projeler hayata geçirilemedi.

AKP iktidarında bu projelerin bazısı hayata geçirilirken bazılarının yapımı devam ediyor. Ayrıca boğaza üçüncü köprü, boğaz altında ikinci geçiş, İstanbul’a üçüncü havalimanı gibi projeleri de AKP iktidarı başlattı.

Bütün bu projelere karşı organize tepkiler, karalama kampanyaları, engelleme gayretleri hiç hız kesmeden devam etti, ediyor. ANAP iktidarında başlatılan savunma sanayii, teknolojisi kurma çalışmaları da AKP iktidarında hızlandırılarak büyük gelişmeler, başarılar gerçekleştiriliyor.

Türkiye’yi modern, müreffeh, güçlü, bağımsız, özgür, lider bir ülke yapacak projeler karşısında; örgütlü, organize, bilinçli bir yapılanmanın reaksiyon göstermesi, engellemeye çalışması yalnız belli bir sapkın zihniyet olayından ya da politik amaçlı bir istismar çabasından ibaret değildir.

Bunun; çok daha derin kökleri, sofistik sebepleri, küresel boyutları da olan bir strateji içerisinde, planlı, programlı şekilde yürütülmekte olduğu uzun bir zamandır gözlemlenmektedir. Türkiye’de büyüme, kalkınma, güçlenme amaçlı her türlü çalışmanın, gayretin hatta düşüncenin engellenir olmasının Dünya Siyonizm’i gerçekliği dikkate alınmadan hiçbir şekilde izahı yapılamaz.

Daha Sultan II. Abdülhamit dönemindeki Hicaz Demiryolu gibi birçok projenin engellenmesinde Dünya Siyonizm’inin dönemin süper gücü yaptığı İngiltere rol aldı. Yönetimini ele geçirip devleti kendi çıkardığı Birinci Dünya Savaşana sokarak birçok cephede birden savaştıran ve çökerten, bakiyesi üzerinde Sabetayist Yahudi zümre oligarşisine dayalı bir jakoben cumhuriyet kurduran Dünya Siyonizm’i Türkiye’nin bu azınlığın elinde kalması için hep küçük kalmasını istedi.

Dünya ülkeleri gelişip kalkınırken Türkiye’nin neden geri kaldığı sorusu her zaman soruluyordu, lakin saptırıcı cevaplar veriliyordu. Milletin Müslüman olması dile dolanarak tutucu olduğu, dine bağlılığı yüzünden çağdaşlaşmaya, modernleşmeye direndiği, İslam dininin zenginliğin, refahın karşısında olduğu, bir lokma hırka tavsiye ettiği şeklinde bahaneler üretilerek bir taşla iki kuşun vurulması isteniyordu:

Bir yanda kendilerinin bizzat yürüttükleri Türkiye küçük olsun, bizim olsun politikalarını kamuflaj yapıp dikkatlerden kaçırmak, bir yanda da İslam dinini değersizleştirip paganist resmi ideolojiye itibar kazandırmak istiyorlardı.

Erbakan’ın Millî Görüş hareketi ile sanayileşmeye, ileri teknolojiye, kalkınmaya yönelik söylemi, iktidar ortağı olduğu dönemlerde başlattığı projeler karşısında İslam’ın ve Müslümanların engel olduğu savı yerine Türkiye’nin kalkınmasını engellemeye dönük yeni gerekçeler geliştirdiler.

Bu defa doğu bölgesindeki geri kalmışlığı -ki bu rejimin kasıtlı ihmalinin bir sonucuydu- gerekçe yaparak projeleri engellemeye çalıştılar. Örneğin, neden Zap Suyu üzerine değil, boğaza köprü yapılıyor diye solcuları örgütleyip tepkileri organize ederek etkili bir kamuoyu oluşturdular.

Daha sonra giderek bu gerekçeleri çeşitlendirip modernize ettiler. Termik santraller için çevreyi kirletiyor, hidroelektrik santraller için ekolojik dengeyi bozuyor, nükleer santraller için radyasyon yayıyor, köprüler, otobanlar, havalimanları için orman katliamına yol açıyor gibi argümanlar ileri sürerek kalkınmaya engel olmaya bahaneler, gerekçeler bulmaya devam ettiler, ediyorlar.

Keza tarihi eserler, arkeolojik kazılar, sit alanları gibi gerekçelerle de kalkınma çabalarını engel olup durdurmaya, akamete uğratmaya çalışıyorlar. Bunun için oluşturulan kurumlara, kurullara, kuruluşlara ve sivil toplum örgütlerine kilit yerlerine adamlarını yerleştirerek etkili olmaktadırlar.

Her konuda olduğu gibi, bu konuda da medya bu zümrenin en etkili olduğu, en iyi kullandığı bir alandır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Metrosunu her defasında çanak, çömlek çıktı, tarihi kazı yapılacak diye engelleyip yıllarca geciktirdiler şeklindeki sözlerine medya büyük reaksiyon gösterip yaptığı eleştiriyi etkisizleştirmeye çalıştı.

Devlet imkânlarının yalnız spor salonları, yüzme havuzları, sinema, tiyatro, bale, opera binaları için harcanmasına bayılarak destek olurlar. Bunu sanat adına değil ideolojik amaçlı batı yaşam tarzını yaygınlaştırmak, toplumu dejenere edip köleleştirmek için yapmak isterler. Lakin en çok, bu ölü yatırımların kalkınmaya katkısı olmaması, ülke imkânlarını çarçur eden, işletme giderleri de yükleyen kaynak tüketici olması onlar için cazip gelmektedir.

Bütün amaçları Türkiye Sabetayist zümre oligarşisinin çekip çeviremeyeceği, yönetemeyeceği, kontrolünde tutamayacağı kadar büyümesin, ilelebet hep küçük kalsın kendilerinin olsun, çiftlik gibi yönetsinler. Bu azınlığın büyük çoğunluğa tahakkümünü sürdürebilmesi için bu gerekiyor.

En çok korktukları ise Selçuklu ve Osmanlı’nın devamı, yeniden büyük, güçlü, lider Türkiye’den başkası değil. İslam Birliği lideri güçlü Türkiye onların ve dışarıdaki ağababalarının kâbusudur.

Bunlar küçük bir zümredir. Lozan Anlaşması ile Balkanlardan Müslüman Türk diye mübadeleye tabi tutularak Türkiye’ye getirtilen 500 bin Sabetayist Yahudi, sürülen 2,5 milyon Rum’un ve 1,5 milyon Ermeni’nin yurtlarına yerleştirildi. Böylece Anadolu’nun birçok illerine dağıtıldılar.

Yerleştikleri Rum ve Ermeni mülklerini kendilerini toparladıktan sonra satıp büyük şehirlere göç edip yerleştiler. Jakoben devrimlerle büyük Müslüman çoğunluğu devletin, siyasetin, ekonomik, kültürel, sosyal hayatın dışına iterek kırsal alanda, toprak yetersiz kalınca da şehir varoşlarında yaşamaya mahkûm ederek paryalaştırdılar.

Türkiye’nin nüfusunun 13 milyon olduğu dönemde 500 bin kişi olduklarına göre bugün yaklaşık 3 milyon olmalılar. Nihayet insan olarak kaçınılmaz şekilde asimile oldukları muhakkaktır. Gerçi Yahudiler binlerce yıllık tarihleri boyunca başka toplumlar içerisinde asimilasyona karşı dirençli, bağışıklık kazanmış nesiller yetiştirip kuşaktan kuşağa aktarılan bir kültür oluşturmuştur. Ancak ne yapılırsa yapılsın insanların içinde yaşadıkları toplumun içinde asimile olmalarının tamamen önlenmesi mümkün değildir. Çünkü azınlık psikolojisi kolay sürdürülebilir değildir.

Ne var ki Sabetayist Yahudiler de Türkiye’de dünyanın her yerindekiler gibi son derece örgütlü, organize bir toplum oluşturmuş bulunuyorlar. Tek merkezden aldıkları talimatla hareket ederek, topluca davranarak hızlı organize olmakta ve sonuç almaktadırlar.

Nitekim AKP’nin tek başına iktidarını engellemek için birlikte HDP’ye yüklenerek seçim barajını aşmasını sağladılar. Böylece azınlık olmalarına rağmen stratejik hareket edip Türkiye’nin siyasi tablosunu şekillendirmede fevkalade etkili olabildiler.

Lakin Dünya Siyonizm’inin Osmanlı Devletini tasfiye ederek bakiyesi üzerinde kurduğu Türkiye artık çok büyük oranda onların kontrolünden çıkartılmış bulunuyor. Devletteki varlıkları oldukça zayıflatılmış durumdadır. Siyasette, orduda, yargıda, dışişlerinde, devlet üniversitelerinde daha birçok kurumda etkisiz ya da pasif konuma düşürülmüşlerdir.

Halen çok güçlü oldukları alan sermaye/ekonomi/sanayi ve medyadır. Buralarda tekelleri kırılıp rekabete mecbur bırakılmış olmaları kum saati gibi durumun giderek aleyhlerine dönmesine yol açmaktadır. Çünkü onlar ayrıcalıklarını yitirip rekabete mecbur kaldıklarında başarılı olamazlar.

Daha önce tekellerinde olan sinema, tiyatro, yayıncılık gibi alanlarda bile belirleyici konumlarını yitirmiş durumdadırlar. Ancak hala her sahada çok iyi yetişmiş etkili uzman unsurları mevcuttur ki direnişlerini bu sayede sürdürerek Eski Türkiye’yi başarıyla savunabilmektedirler.

Bu bakımdan Sabetayist Yahudilerin Eski Türkiye’sini Sultan II. Abdülhamit’in tahttan indirilişini müteakip iyi yetişmiş kadroların imparatorluğun her yerinde direnişlerini sürdürdükleri dönemler ile kıyaslamak doğru olur. Oktay Ekşi Hürriyet’teki yazısında Refah Partisi kapatıldıktan sonraki süreçte Fazilet Partisi kurulurken, Erbakan’sız başı koparılan tavuk gibi zıplıyorlar demişti.

Sultan Abdülhamit halledildiğinde Osmanlı Devleti de başı kopartılan tavuk gibi zıplaya zıplaya sona erdi. Başsız kalınca çok iyi yetişmiş kadroları fazla direnemeyerek o tarihi yıkılışın altında kalarak tükendiler ya da yeni rejime adapte olup geçişe köprü olma misyonu üstlendiler.

Lakin Oktay Ekşi yaptığı o tespitte fena halde yanılıyordu: Erbakan’ın kafası asla koparılamadı! Aksine Refah Partisi’ni de Fazilet Partisi’ni de Sabetayist Yahudiler ele geçirmesin diye kendisi bizzat derin devlete kapattırdı. Çünkü 28 Şubatçıların amacı, Erbakan’ı elimine edip Sabetayist birini başına getirmekti.

Erbakan bu iki partisi kapatıldıktan sonra içeriden yoğun eleştirilere hedef yapıldı. Uzlaşmayan inatçı kişiliği, ideolojik yaklaşımı ve basiretsizliği yüzünden dört tane partisini kapattırıp ikide bir rejimin duvarına toslayan başarısız lider denilerek eleştiri bombardımanına tutuldu.

Bunun üzerine Erbakan önce Konya’da sonra Burdur’da bir beş yıldızlı oteli kapatarak tümüyle parti yetkili ve sorumlularından oluşan 300 kişiyi 3 gün boyunca yeni yol haritasını oluşturmaya ve uzlaşmaya gönderdi. Kendisinin özellikle katılmadığı o her iki toplantıdan bir sonuç çıkmadı. Arkasından Yenilikçiler/Erdemliler ayrılıp AKP’yi kurdular.

Tabii, Erbakan kendisinin katılmadığı bir toplantıdan olumlu bir sonuç alınamayacağını bilemez değildi. Bunu iki amaçla yapıyordu: Kendisine yöneltilen maksatlı suçlamaların ne denli haksız, mesnetsiz olduğunu göstermek, bundan sonraki olacakların sorumluluğunu kendi dışındakilere yüklemek. Erbakan resmi iktidarı karşıtlarına devredip millî derin devletin başına döndüğünden konumu sağlamdı; kendisini yalnız bırakmış olanlara ne yerseniz yiyin demeye getiriyordu!

Çünkü Erbakan ordu bünyesinde kurduğu millî derin devlet yapılanması ile 28 Şubat sürecinde hile rejimi ve köle düzeni dediği 1923 Türkiye’sini, yani Eski Türkiye yapılanmalarını tasfiyeye başlamıştı. Sermaye, medya, siyaset, sivil toplum kuruluşları ile askeri ve sivil bürokrasideki en önemli unsurlarını ekarte ederek karşısındaki geniş cephe ittifakını dağıtmayı başardı. AKP’nin tek başına iktidar olma şartlarını böyle hazırladı.

AKP’nin kuruluşunu İsrail, ABD, Avrupa Birliği, TÜSİAD ve medyası da destekledi. Yoksa daha büyük tehlike yani Erbakan’ın iktidar olması söz konusuydu. Çünkü 28 Şubat sürecinde rejimin partileri ve siyasetçileri perişan edilerek başka alternatif bırakılmadı. Erbakan ölümü göstererek sıtmaya razı etti ama bu sıtma sonunda onları öldürecekti. Nitekim öyle oldu.

Erbakan’a, Millî Görüş partilerine amansızca düşmanlık edenler şimdi aynısını Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP iktidarına yapıyorlarsa bunun tek bir anlamı vardır: AKP iktidarı Erbakan’ın bir projesidir! Evet: AKP iktidarının önünü kesmeye çalışanlar Türkiye’nin önünü kesmek istiyorlar!

Sayı: 869

07 Tem 2015 - 23:17 - Manşet



göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler