NE DERLERSE O!

Küresel güçlerin talimatları doğrultusunda Türkiye kamuoyunu oluşturmayı misyon edinen kökü dışarıdaki medya organları ile sivil toplum kuruluşları organize şekilde psikolojik savaş taktikleri ve algı operasyonları yöntemlerini kullanarak kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

Kamuoyunun ipleri medya puştları elinde

NE DERLERSE O!

Küresel güçlerin talimatları doğrultusunda Türkiye kamuoyunu oluşturmayı misyon edinen kökü dışarıdaki medya organları ile sivil toplum kuruluşları organize şekilde psikolojik savaş taktikleri ve algı operasyonları yöntemlerini kullanarak kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

Hemen her konuda Türkiye’nin millî çıkarlarına açıkça aykırı, zıt bir tutum izleyerek küresel güç merkezlerinin istedikleri yönde bir kamuoyu oluşturmayı, olayları gelişmeleri çarpıtarak vermeyi böylece bilgi kirliliği, sansasyon ve provokasyonlara zemin hazırlamayı misyon edinmişlerdir.

Toplumda ülkenin birliği/bütünlüğü, devletin devamı, milletin bekası gibi konulara duyarsız, millî ve manevi değerlere aldırışsız büyük bir kozmopolit kesimin varlığı art niyetli manipülasyonlara kolaylık sağlamaktadır.

Keza halkın büyük bir kesiminin gündelik işleriyle meşgul olup ülke sorunları ile ilgili yüzeysellik düzeyinde bilgi edinebilmesi, olayları, gelişmeleri öncesi ve sonrası ile izleyememesi, vukûfiyeti olmayışı ya da unutması da algı operasyonlarını kolaylaştıran bir faktör olmaktadır. Sıklıkla dile getirilen balık hafızalı bir toplum olduk sözü toplumsal belleğin kamuoyu oluşturanlarca işgal edilmesinden kaynaklanan bir durumdur. Çünkü istedikleri olayları gündemde tutup istediklerini unutulmaya terk edebiliyorlar.

Özellikle dış politika konuları ülke ve millet için hayati önem taşımasına karşın kitlelerin ilgisinin çok az olduğu, ilgilenenlerin de kavramalarının zor olduğu alanlarda yer almaktadır. Dolayısıyla siyasi konularda kamuoyunun oluşması toplumun gelişmeleri doğrudan izlemesi şeklinde değil; analiz eden, yorumlayan, değerlendiren uzmanların aracılığıyla mümkün olmaktadır.

İnsanlar bizzat bilemedikleri, kavrayamadıkları konularda güvendikleri uzmanların açıklamaları doğrultusunda görüş, düşünce sahibi olmaktadırlar. Uzmanlar taraflı davrandıkları, belli maksat ya da misyonla manipülatif izahlar yaptıklarında zihinleri yanlış, kirli bilgilerle iğfal edebilirler.

Misyoner uzmanlara birtakım imajlar yapılarak veya kolektif hareket edilerek güven sağlanması mümkün olmaktadır. Toplumsal kutuplaşmada her kesimin kendi uzmanlarına inanıp güvendiği bilinen bir durumdur. Bu nedenle uzmanların karşılıklı itibarsızlaştırılması mücadelenin farklı bir boyutunu oluşturuyor. Keza bu uzman misyonerlere itibar, güven, imaj sağlanması da böyledir.

Art niyetli, işbirlikçi, misyoner nitelikteki uzmanların maksatlı kamuoyu oluşturma çalışmalarının etkisine maruz bırakılan toplum her türlü manipülasyona, sansasyona, provokasyona açık olur.

Bunun bazılarının zannettiği gibi toplumun eğitim düzeyi ile de çok fazla ilgisi yoktur. Çünkü ne kadar eğitimli olursa olsun her insan uzman olduğu alan dışındaki konularda fazla bilgiye sahip olamamaktadır. Dolayısıyla herkes uzman olmadığı konularda yanıltılabilir, manipüle edilebilir.

Toplumda kamuoyu oluşturma tüm dünyada ve tarihin her döneminde sahalarında uzman olan önder kişilerce yapılagelmektedir. Bir toplum ya da millet oluşturmak da kamuoyu oluşturmakla mümkündür. Toplumları etkileyen, peşinde sürükleyen büyük liderler kamuoyu oluşturabilmede başarılı olan liderlerdir.

Savaşta ve kansız şekli olan siyasette de kamuoyu oluşturmanın önemi büyüktür. Taraftarların devşirilmesi, kitlesel hareket başlatılması için toplumu motive etmek kamuoyu oluşturulamadan mümkün değildir. Savaşta ve siyasette kamuoyu oluşturulması başarının olmazsa olmazdır.

Ülke bütünlüğünün korunması, milletin bekası, devletin devamı ve toplumsal barış da kamuoyu oluşturulması ile mümkündür. Kamuoyu oluşturma gücü, kabiliyeti, araçları, imkânları başkaları elinde, kontrolünde olan bir ülkenin zenginlik kaynakları, ekonomisi, sanayisi, teknolojisi, askeri ve emniyet gücü ne kadar üstün olursa olsun ayakta kalması, barış içerisinde yaşaması tehlike altındadır. Bir ülkeyi, milleti, devleti ayakta tutacak olan en önemli dayanak kamuoyu oluşturma kabiliyetidir.

Baskıcı totaliter rejimler kapalı toplumlarını tek yönlü bir kamuoyu oluşturarak kolay yönetebilir. Lakin iletişim teknolojilerinin sınır tanımadığı, hızla globalleşen günümüz dünyasında bu durum toplumsal patlamalara ve ani çöküşlere yol açabilmektedir. Toplumların özgürlük, demokrasi ve insan hakları taleplerine günümüz dünyasında hiçbir ülkenin sürgit direnmesi mümkün değildir.

Demokrasi ile yönetilen açık toplumlarda ise dışarıdan güdümlü unsurlarla kamuoyu oluşturma faaliyetlerine maruz kalan ülkenin dirençli bir toplum için üstün bir kamuoyu oluşturma kabiliyeti olması gerekir. Aksi halde davulun ülkeyi yönetenlerin boynunda, tokmağın başkalarının elinde olduğu bir durumda düzen, güvenlik ve istikrar sağlanamaz.

Siyasi partiler toplumun yönlendirilmesi, yönetilmesi demek olan kamuoyu oluşturulmasında en önemli kuruluşlardır. Ancak siyasi partilerin de ikballerini dış güçlerin çıkarları ile örtüştürmeleri, işbirliği yapmaları söz konusudur. Bunu önlemenin yolu da kamuoyu oluşturmaktan geçer.

Ayrıca siyasi partiler toplumun kılcal damarlarına kadar örgütlenip etkin bir yapı oluştursalar da eğer güçlü bir medya desteğine sahip değillerse aleyhlerinde haksız kamuoyu oluşturulması, o takdirde toplumsal desteklerinin kayması hatta teşkilatlarının çözülmesi dahi önlenemez.

Türkiye’deki demokrasi görünümlü, dışarıdan güdümlü vesayet rejimini demokratik yöntemlerle tasfiye edip bağımsız, özgür bir demokratik sistem kurmaya ve birinci sınıf bir lider ülke olmaya yönelik çabalar büyük güçlüklerle yürütülmektedir. Tek başına 13 yıllık AKP iktidarının yaşanan süreçte karşı karşıya geldiği engellemeler sürekli kılık değiştirilerek devam ettirilmektedir.

Dışarıdan güdümlü vesayet rejiminin sermaye, medya, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve bürokraside köklü, deneyimli ve her şeye rağmen hala güçlü unsurları, kadim yapılanmaları var ki buna Cumhurbaşkanı Erdoğan Eski Türkiye demektedir. Aslında Eski Türkiye demokratik bir cumhuriyet olarak millet tarafından kurulmadı. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşında yenildi ve galip İngiliz kuvvetleri başkent İstanbul’u işgal altında tutarken Ankara’da bu işbirlikçi rejimin kurulmasını sağladılar. Yeni Türkiye mücadelesi, müstemleke tipi bu Eski Türkiye’nin vesayetçi rejiminden kurtulmak amacıyla yapılmaktadır.

Vesayet rejimi statükosunu tasfiye ederek millî çıkarlarını kollayan, bağımsızlığını, özgürlüğünü savunan, özgün milli politikalar geliştirerek lider ülke trendini sürdüren Yeni Türkiye olgusu tüm vesayetçi kurum, kuruluşların hedefi olurken Cumhurbaşkanı Erdoğan kişiliğinde odaklanmada ittifak sağlanmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AKP yönetimini karşı karşıya getirmeyi ve işlerini ayrı ayrı görmeyi planlamış gözüken dışarıdan güdümlü vesayetçi yapının amiral gemisi medya olmaktadır. Tüm sahalarda telafisi zor darbeler alan vesayet rejimi medyada hala oldukça etkili bir konumdadır.

AKP iktidarında gerçekleştirilen küresel ölçekli büyük projeleri gölgeleme amaçlı sanal gündem oluşturmak ve algı operasyonları yapmak için Cumhurbaşkanlığı Sarayını Türkiye’nin en büyük sorunu gibi sunuyorlar. AKP iktidarının bir büyük başarısı olan Cumhurbaşkanlığı Sarayı şirretli bir kampanya ile adeta başına bela edilmektedir.

Bir zaman Süleyman Demirel Başbakan Turgut Özal’a bereketi çiftçinin başına bela etti diye ilginç bir eleştiri yöneltmişti. Taban fiyatı düşük diye çiftçileri eyleme kışkırtmak amaçlı o sözleri ANAP iktidarındaki rekor üretim başarısını tersyüz eden harika bir demagojiydi.

İki dönem ANAP iktidarında dediği gibi gerçekten Türkiye’ye çağ atlatan Başbakan Turgut Özal karşısında medya illüzyonlarıyla olumsuz bir sanal gündem oluşturan vesayetçi medya yapılan kalkınma hamlelerini bu tür demagojilerle, çarpıtmalarla gölgelemeyi başarıyordu.

Başbakan Özal icraatın içinden adını verdiği televizyon tanıtım programlarıyla gerçekleştirdiği büyük projeleri anlatırken vesayetçi medya tekeli “Onları boş ver Semra Hanımın papatyalarını anlat, damat davulcu Asım Ekren’le Zeynep Özal çiftinin maceralarını anlat” diye tempo tutuyor Türkiye’nin gerçek gündemini bu sanal gündemle gölgede bırakıyordu. İkinci boğaz köprüsü ve otobanlar, telekomünikasyon devrimi, Atatürk ve Karakaya gibi dev barajlar göz ardı edilerek ülke Özal ailesini konuşuyordu. Oysa Özal ailesinin batı yaşam tarzı tam da istedikleri gibiydi!

Başbakan Özal vesayet rejiminin TRT tekeli ile küresel sermayenin basın tekeline karşı bir yerli milli medya oluşturmak için birçok girişimde bulundu. Özel televizyon kurulmasının yolunu açıp anayasa engelini aşarak TRT tekelini kırdığında, atfedilen anayasayı bir kerecik delmekle ne olur sözünü mütemadiyen dillendirdiler. Vesayetçi basın TRT tekeli kaldırılıp özel televizyonlar kurulmasına izin verilmesine şiddetle karşı çıkıyordu! Özgürlükçü basın dedikleri buydu! Bugün medyaya baskı yapılıyor diye ortalığı demagojiye boğanlar da başkası değil, yine onlardır.

Turgut Özal’ın kıramadığı vesayetçi medya tekelini Tayip Erdoğan Başbakanlığı döneminde bir alternatif medya oluşturup kırdı. Lakin yandaş medya diye itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

Türkiye’de batılı ülkelerde bulunmayan geniş yelpazedeki bir medya çeşitliliği bulunduğu halde henüz nitelik ve etkinlik olarak küresel sermayenin vesayetçi medyası karşısında yeterli değil.

Kamuoyu oluşturmada aktif ve saldırgan hareket edip üstün bir performans gösteren vesayetçi küresel sermaye medyasına karşı savunmada kalıyor. Büyük imkânlara ve haklı konuma sahip olmasına rağmen yeterince etkili değil. Alternatif medya nitelik olarak henüz çok yetersizdir.

Fevkalade başarılı AKP iktidarının en doğru en isabetli iç ve dış politikalarına yönelik karalama kampanyaları başlatarak itibarsızlaştıran şirret vesayetçi medyanın bu tutumunu uzun yıllardan beri sürdürüyor olması nihayetinde 7 Haziran Seçiminde etkisini gösterdi.

Vesayetçi medya sürekli zikzaklar “U” dönüşleri yaparak önce kara dediğine sonra ak demekte olduğu halde yine de her defasında dediğini önemli ölçüde kabul ettirebilmektedir.

Çözüm sürecine baştan itibaren şiddetle karşı çıkan, devletin terör örgütü ile müzakere etmesi, muhatap alması ile ilgili demediğini bırakmayan, PKK silahla yapamadığını siyasetle yapmakta diye her türlü diyaloğa karşı çıkan vesayetçi medya tam aksine yön değiştirdi; HDP’nin başarısı için seçim kampanyasında en büyük desteği verdi.

Dün çözüm süreci nedeniyle AKP iktidarını yerden yere vuran vesayetçi medyaya karşı yandaş denilen medya savunmada olduğu gibi bugün çözüm sürecini devam ettirmiyor diye eleştirirken de yine savunmadadır. Oysa bunca çelişkiye düşüp dün dediğinin bugün tersini savunan böyle tutarsız bir medyanın etkili olmaması gerekirdi. Bu, yandaş denilen medyanın beceriksizliğidir.

İktidarın Irak ve Suriye politikalarında da aynı zikzakları “U” dönüşlerini yapan vesayetçi medya karşısında yandaş medya yine savunma pozisyonundan bir türlü çıkamamaktadır. Vesayetçiler her sahada büyük yenilgiler yaşayıp telafisi imkânsız darbeler alırken, hala medyada üstünlüğe sahip iseler nedeni yerli/milli medyanın kifayetsizliğinden başka bir şey değil.

Küresel güçler hangi konjonktürde Türkiye’nin aleyhine olan ne ise vesayetçi medya üzerinden onu dikte ettiriyorlar ve toplumun büyük kesimine benimsetmeyi başarıyorlar. Her defasında bir farklı iddiada, zıt talepte, aykırı öneride bulunmalarına rağmen etkili olup taraftar bulabiliyorlar.

Yandaş medyanın bu çelişkileri tespit etmesi, dillendirmesi yeterince etkili olamamaktadır. Tüm imkânlarına ve haklı konumuna rağmen sürekli savunmada kalıp bir türlü hücuma geçememesi niteliksel yetersizliğindendir.

Vesayetçi medya puştlarının gözü dönmüşlüğü, cüretkârlığı karşısında daima temkinle hareket eden, ne olur ne olmaz, sonra işimden olursam… Hesabı yapan yandaş medyacıların ürkekliği yüzünden başarı sağlanamıyor.

Vesayetçiler sadece medyada değil her sahada gemileri yakıp arkalarına bakmadan mücadele ederken onlara hedef olanlar elde ettiklerini kaybetme endişesinden kurtulamıyorlar. Bu onların alıştıkları vesayetçi konumlarını kaybetmektense her şeyi göze almayı yeğlediklerini gösteriyor.

Dışarıdan aldıkları destekle Türkiye’yi çiftlik gibi yönetmeye alışmış olan vesayetçiler ayrıcalıklı konumlarını yitirmeyi dünyanın sonu gibi görüyorlar. Alışmış kudurmuştan beter sözü durumun bir özeti gibi.

Sayı: 868

30 Haz 2015 - 22:11 - Manşet



göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler