SİYASET ASIL ŞİMDİ

Muhalefet cephesinin AKP iktidarına bir son verelim gerisini ondan sonra düşünürüz şeklindeki stratejisizliği 7 Haziran Seçiminde Türkiye’yi 13 yıl sonra yeniden siyasi bir kaosla karşı karşıya getirdi.

Algı operasyonlarıyla seçmeni yanıltmak yetmedi;

SİYASET ASIL ŞİMDİ

Muhalefet cephesinin AKP iktidarına bir son verelim gerisini ondan sonra düşünürüz şeklindeki stratejisizliği 7 Haziran Seçiminde Türkiye’yi 13 yıl sonra yeniden siyasi bir kaosla karşı karşıya getirdi. Küresel sermaye ve medya desteğinde oluşturulan AKP iktidarı karşıtı güç birliği seçimi kazanmış olmakla amacına yaklaşmış değil, aksine daha beter bir durumla yüz yüzedir!

Yürütülen iktidar karşıtı yıkıcı seçim kampanyası fevkalade başarılı olmuş, muhalefet partilerini % 40’a geriletilen AKP karşısında % 60 oy çokluğuna ulaştırmıştır. Lakin iktidara yön vermekte olan üstün siyasi akıl karşısında tam bir politikasızlık, belirsizlik ve çaresizlik içine düşülmüştür. Bu yüzden kısa sürede inisiyatif yeniden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a geçmiş bulunuyor.

Seçimi kazanan müttefik muhalefet partileri totalde sahip oldukları % 60 oya karşın koalisyonlu bir iktidar oluşturmada başarısızlığa mahkûm olarak başkanlık sisteminin kaçınılmazlığını açık, net şekilde göstererek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı haklı çıkarmaktadırlar.

Demokrasilerde teamül, seçim kampanyasını birlikte cephe oluşturup yürüten partilerin iktidara birlikte talip olup koalisyon kurmalarıdır. Aksinde, muhalefet partilerinin hangi ortak paydada bir araya gelip neden cephe oluşturdukları sorgulanır. Seçim kampanyasında hep dile getirilen dış güç faktörünün muhalefetteki düşman kardeşleri bir araya getirdiği iddiası gerçeklik kazanır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dış güçler faktörüyle AKP iktidarı karşısında ortak cephede birleşmek üzere aralarındaki zıtlıkları rafa kaldıran muhalefet partilerine mukabil milletin yanında yer alma gereğini duyduğunu söyleyerek seçime aktif şekilde müdahil olmuştur. Devletin bekası, ülkenin bütünlüğü, milletin birliği konusunda -hele bir dış güç faktörü söz konusu ise- taraflı davranmak elbette ki % 52 oyla doğrudan seçilmiş bir cumhurbaşkanının hakkı ve tarihi bir görevidir.

Ayrıca baştan itibaren Eski Türkiye dediği rejimin statükosunu değiştirmeyi, Yeni Türkiye diye başkanlık sistemini getiren yeni anayasa yapılmasını seçim kampanyası boyunca milli iradenin takdirine sunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı dayatma değil demokrasinin gereğidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diktatörleştiğini, millî iradeyi arkasına alıp özgür medyayı susturma ve muhalefet partilerine hayat hakkı tanımama yaklaşımı ile hareket ettiğini iddia ederek hedefi haline getiren iç ve dış çevrelerin yürüttükleri başarılı kampanya seçim sonuçlarını etkilemiştir.

Lakin seçim sonuçları her türlü iddianın aksine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diktatör olmadığına kanıt teşkil etmektedir. Desteklediği AKP’nin 13 yıllık iktidarında muhteşem başarıları, icraatları arkasına alarak yürüttüğü parlak seçim kampanyasına rağmen % 10 oy kaybına uğratılması en demokratik ülkelerde bile eşine az rastlanır bir özgür kamuoyu oluşumunun göstergesidir.

Ortaya çıkan seçim sonuçları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diktatör olduğu iddialarının tamamen medya illüzyonundan kaynaklanan bir algı yönetiminden ibaret olup bir gerçekliğinin olmadığını dünyanın gözleri önüne sermiştir. Lakin hedefe ulaştırmak şöyle dursun, daha da uzaklaştırmış durumdadır; Cumhurbaşkanı Erdoğan şimdi daha haklı ve etkin konuma gelmiştir.

Bütün imkânlar alabildiğine harcanarak elde edilen seçim sonuçları, ortak paydaları statükodan yana olmak olan muhalefet partilerinin ülkeyi yönetme ehliyeti, liyakati, potansiyeli bulunmadığı gerçekliğini çarpıcı şekilde milletin hayretle görmesini sağlamıştır.

Daha kısa süre önce çözüm sürecine şiddetle karşı çıkan dışarıdan güdümlü malum çevrelerin birden “U” dönüşü yaparak HDP’ye seçim barajını aşırtmak için gösterdikleri canhıraş çabalara verilmesi gereken anlam medya illüzyonları yüzünden verilemediyse eğer ne gam vakti geçmiş değildir. Şimdi daha esaslı gerekçelerle izah edilebilir; toplum daha iyi anlayacak durumdadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, özellikle dışarıdan yöneltilen medyaya baskı uyguluyor iddialarının asıl nedeni küresel sermayeye ait medyanın tekelini kırıp yerli bir medya oluşturmuş olmasıdır.

Dışarıdan güdümlü medya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kıyasıya eleştirirken karşılık verilmemesi gerektiğini çünkü devlet gücünü temsil ettiğinden bunun tehdit olarak algılanacağı iddiasını her zaman dillendire geldi. Başbakanlığı döneminde partisinin grup toplantılarında medyaya cevap olarak yönelttiği eleştirileri de baskı ve tehdit şeklinde gösterildi. Küresel sermayenin medyada tekeli sürsün, tek yanlı, layüsel eleştiri yapsın, farklı ses çıkmasın, itiraz edilmesin isteniyor.

Öyle ki küresel medya tekelini kırmaya yönelik yerli medya oluşturma çabalarını yandaş medya oluşturuluyor yaftasıyla itibarsızlaştırmaya çalışmaktadırlar. Küresel sermaye medyasının tekel oluşturduğu Eski Türkiye günlerine geri dönülmesi için statüko partileri kullanılmaktadır.

AKP iktidarının 7 Haziran Seçimindeki çok başarılı, parlak seçim kampanyasına rağmen yeterli sonuç elde edemeyişinin çok önemli bir nedeni oluşturulan yerli medyanın kifayetsizliğidir. Hala olması gerekenin çok gerisinde bulunan yerli medya kemiyet itibariyle önemli mesafeler kat etti ise de keyfiyet olarak küresel medya ile boy ölçüşmek için çok fırın ekmek yemesi gerekir. Hep küresel sermaye medyasını taklit ederek misyonunu ifa etmeye çalışması bunu gösteriyor.

Küresel sermayenin medya tekelini kırmaya yönelik alternatif yerli medya oluşturma girişiminde ilk bulunan Başbakan Turgut Özal başarılı olamadı. Hürriyet’in eski sahibi baron Erol Simavi’ye karşı, İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı iş adamı Asil Nadir’i getirtip bir düzine gazete satın aldırarak alternatif bir basın kurmaya çalışmış ama bu girişim akamete uğratılmıştı.

Başbakan Özal, Sabetayist Yahudi basın baronu Erol Simavi karşısına ancak bir başka Yahudi çıkartarak sonuç alabileceğini düşündü. Bunun için İzmir’de bölgesel Yeni Asır Gazetesi sahibi Dinç Bilgin’i getirtip yine devlet imkânlarıyla finanse ederek Sabah Gazetesini kurdurdu.

Dinç Bilgin kendisi gibi Selanik göçmeni gazeteci bir ailenin mensubu olan Erol Simavi’ye karşı daha önce aralarında geçen bir dizi olay nedeniyle derin bir kin ve intikam duygusu taşıdığı için ölümüne bir mücadele yürüttü ve sonunda başardı. Erol Simavi hürriyetim dediği Hürriyet’i sattı ve Yahudi cenneti diye nitelenen Avusturya’ya gidip yerleşti. Metin Münir Sabah Olayı Kitabını bu konuda yazarak yakın medya tarihine ışık tutmaktadır. Maalesef birçok benzerinde yaşanan durum Sabah Olayı kitabında da yaşandı. Kitap unutturuldu, bulmak da neredeyse imkânsız.

Kaçırttığı Erol Simavi’den boşalan basın baronluğu koltuğuna oturmak isteyen Dinç Bilgin’in 28 Şubat 1997 macerası medya hayatını noktalamasına yol açtı. Yahudi aileler arasında yaşanan medya patronluğu tahtına oturma yarışına katılan Uzanlar da her şeylerini yitirdiler.

Dinç Bilgin ve Uzan ailelerinin sektörden tasfiye edilmesine önemli katkılar yapan Aydın Doğan ise hep etkili bir medya patronu oldu ama hiçbir zaman baron olamadı. Erol Simavi’den sonraki çalkantılı dönem basın/medya baronluğuna imkân bırakmadı. Ne gariptir ki, basın baronluğuna son verilmesinden sonraki dönemde hep medya özgürlüğünün olmadığı iddiası dillendirildi!

Turgut Özal’ın, Başbakanlığı döneminde Erol Simavi karşısında oluşturmaya çalıştığı alternatif, yerli medya aslında 12 Eylül yönetiminin bir projesiydi. 28 Şubat sürecinin tersine çevrilmesiyle bu proje devam ettirilerek hayata geçirildi. Dinç Bilgin, Uzan ailelerinin elinden alınan gazeteler ve televizyonlarla oluşturulmaya çalışılan alternatif medya bugün küresel sermaye medyasının hedefinde ise nedeni eski Yahudi tekelinin kırılmasıdır.

İlginçtir, küresel sermaye medyası iktidar yandaşlığı ile suçlayarak alternatif medyaya yönelttiği saldırıları kendi tekelini kırdığı için tabii hakkı olarak görürken; muhatap olduğu eleştirileri basın özgürlüğüne saldırı olarak niteleyebilmektedir. Niye bizim gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, AKP iktidarına saldırmıyor diyerek alternatif medyayı itibarsızlaştırmak için her yola başvurmaktadır.

Açıkçası küresel sermaye medyası dünyada oluşturduğu tekelin Türkiye’de kırılmasından ötürü fevkalade rahatsız, huzursuzdur. Yahudi sermayesinin medya ile siyaseti tanzim etmesine artık imkân bulunmadığı Türkiye’de statüko partileri üzerinden yaptığı birtakım algı operasyonlarının da yeterli olmadığı görülmektedir. Yahudi sermayesiyle medyasının siyaseti dizayn ettiği o Eski Türkiye artık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi geride kaldı; şimdi Yeni Türkiye devridir.

Yeni Türkiye küresel sermaye, medya, siyaset tekelinin kırıldığı bağımsızlığın, özgürlüğün, ileri demokrasinin, dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar yaşandığı bir dönemi idrak etmektedir.

İleri demokrasi diye lanse edilen batı ülkelerinde İsrail’i eleştirmek ya da Siyonizm karşıtları için övgü ifadeleri kullanmak, antisemitizm ile yaftalama ve suçlu olarak yargılama gerekçesidir. En özgür denilen Fransa’da Prof. Roger Garaudy Yahudi soykırımı olmamıştır dedi diye yargılandı ve hapis cezasına mahkûm edildi. Dahası evrim teorisi safsatasına karşı Adnan Oktar’ın Yaratılış Atlası kitabının Fransa’da dağıtılması bilime saldırı denilerek yasaklandı. Keza Doğu Perinçek Ermeni soy kırımı olmadı dediği için Avrupa’da yargılanıp mahkûm edilmedi mi?

Batılı ülkelerdeki ileri demokrasi önce Yahudiler, sonra Hıristiyanlar için geçerli; Müslümanların ise ne o ülkelerde ne de kendi ülkelerinde demokrasiden, özgürlük ve insan haklarından nasibi yok! Buna tahammül edip asla kabul etmezler. Yani batılıların değerleri sadece kendileri için!

Erbakan’ın başlattığı 40 yıl süren Millî Görüş mücadelesi sayesinde Eski Türkiye hile rejimi ve köle düzeni bütün unsurlarıyla önemli ölçüde tasfiye edilerek bugünkü Yeni Türkiye demokrasi ve özgürlük ortamı oluşturuldu. Bu süreçte büyük bir değişim/dönüşüm yaşanarak müstemleke tipi paryalaştırılmış kitleden tarih şuuruna sahip İslami bir toplum oluşturuldu, oluşturuluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun tamamen Millî Görüş söylemiyle yürütüp sonuçlandırdığı 7 Haziran 2015 Genel Seçiminde AKP’nin aldığı % 41 oy bu toplumsal değişim ve dönüşümün açık bir göstergesidir. Ne denirse densin, alınan sonuç büyük bir başarıdır.

Ortaya çıkan seçim sonuçları Yeni Türkiye’nin 2023 hedefini imkânsız kılıyor iddiaları çarpıtma, manipülasyon amaçlı değilse siyasi cahilliktendir. Şayet AKP yeniden tek başına iktidar olsaydı asıl o zaman sapma ya da gecikme olurdu. Cumhurbaşkanının dediği gibi rehavet çökmüştü.

Mevcut siyasi tablo Yeni Türkiye için değil, Eski Türkiye için kaos oluşturmaktadır. Koalisyonun kurulmasına eski Türkiye partileri yanaşmadıkları için erken seçim kaçınılmaz hale gelmektedir ki bu başkanlık sistemi için doping etkisi yapacaktır. Eski Türkiye partileri bir koalisyon kursalar kaçınılmaz şekilde gidecekleri bir erken genel seçimde, 3 Kasım 2002 Genel seçiminde olduğu gibi topluca barajın altında kalacaklardır. Eğer kurmasalar tekrar gidilecek seçimde aşınacaklar ve AKP yeniden tek başına daha güçlü ve etkili şekilde iktidar olacaktır.

Asıl siyaset, seçim kampanyalarında medya illüzyonları, algı operasyonları ile seçmeni yanıltıp farklı mecralara kanalize etmek değil seçimden çıkan tablodan stratejiler ve taktikler üretmektir. Bu yüzden siyaset asıl şimdi yapılacaktır.

AKP’nin aldığı % 40 oy Millî Görüşçülere aittir. Refah Partisi 1995 seçiminde % 22 oyla statüko partilerini geride bırakıp birincilik ipini göğüslemişti. Aradan geçen 20 yılda oylar takriben iki kat artmıştır. AKP’ye verilen diğer oylar kadar da Saadet Partisi almıştır.

Gece mezarlıktan geçenlerin korkudan türkü çığırmaları gibi karşı karşıya gelinen kaotik ortamı millet başkanlık sistemini reddetti diye yüksek sesle dillendirenler yalnız, kendilerini teselli etme telaşındalar. Oysa bu kaotik sonuç tam da başkanlık sisteminin kaçınılmaz olduğunu gösterme bakımından büyük fırsat ve imkân sağlamakta, milletin gözünün açılmasına vesile olmaktadır.

Millî irade denilen olgu değişmez değildir. Toplum çeşitli saiklerle yanlış bir karar verdiğinde bu kararını daha sonra farkına vardığında ya da vardırıldığında değiştirebilir. Görülen o ki; statüko partileri 7 Haziran Seçiminde ortaya çıkan sonuçlar karşısında çok yanlış yaklaşımlar sergiledi, AKP ise oldukça isabetli bir tutum içine girdi, bu yüzden süreç muhalefet aleyhine işliyor.

Kaçınılmaz hale geldiği boncuk gibi ortada olan bir erken veya tekrar seçim için bu süreç yanlış yapılmadan başarılı şekilde yürütülmelidir. Bunu statüko partileri değil AKP gerçekleştiriyor. En az konuşan, en temkinli hareket eden, milletin olup bitenin farkına varması için gerekli izahlarla olayı açıklamaya çalışan AKP aynı zamanda fiilen iktidarını da sürdürmektedir.

Topluma umut veremeyen, çözüm üretemeyen, süreci doğru yönetemeyen statüko partilerinde ve destek veren küresel sermaye medyasında sadra şifa olacak bir açıklama yapılmamaktadır. Yine kafa karışıklığı oluşturmaya yönelik bunalım senaryoları üretilmekte, toplum korkutulmaya çalışılmaktadır. Bunun da sonuçta AKP’ye yarayacağını öngörmek zor değildir.

Çünkü gidilecek bir seçimde CHP, MHP, HDP oyları ne denli artarsa artsın hiçbirine tek başına iktidar sağlaması söz konusu değildir. Bugün koalisyon kuramayan partilerin, oylarını bir miktar arttırmaları da koalisyon kurmaları için bir çözüm üretmelerine imkân verecek değildir. Bu zıtlar hiçbir zaman, hiçbir şekilde, isteseler de bir araya gelip koalisyon hükümeti kuramazlar.

Bu şartlarda oylarının artması durumunda iktidar olmaya açık ara en yakın parti AKP olduğuna göre bir hükümet kurulabilmesi için millet yeniden ona yönelirse ancak kriz sonlandırılabilir. Aynı sonuçların çıkması ise krizin derinleşmesi ve seçimin de çare getirmediği sonucunu getirir.

Siyasi kaos, ekonomik kriz, vesayet, siyaset dışı müdahale istemeyenler için şu konjonktürdeki tek çözüm AKP’nin oylarını arttırıp yeniden tek başına iktidar yapmaktır. Başka bir yol yok!

Tabii AKP’nin tekrar ya da erken seçimde yeni bir başarı kazanması yeni anayasayı, başkanlık sistemini getirmesini de kolaylaştıracaktır. Zaten seçime yeni anayasa yapmaktan ve başkanlık sistemi getirmekten vazgeçtik diye girmesi olacak şey değildir.

Yapılacak bir erken veya tekrar seçimde millet artık seçimin Türkiye ile küresel güçlerden yana olmak arasındaki bir tercihle yapılacağını daha açık, net görebilecektir.

Sayı: 866

16 Haz 2015 - 21:18 - Manşet



göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler