TAHRİBAT-RESTORASYON

Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa aday gösterildiği tören sırasında ilk kez sözünü ettiği tahribat ve restorasyon meselesi; 1923 devrimleriyle milletimizi ihanet edip içeriden vuran haçlı işgal kuvvetleri ile işbirliği halindeki Sabetayist Yahudi azınlığın yapıp ettiklerini, kırıp döktüklerini onarma ve o uğursuz tarihi kırılmaya son verilmesi çabasıdır.

Türkiye’nin kinayeli tartışma gündemiTAHRİBAT-RESTORASYON

Eski Türkiye, Yeni Türkiye mücadelesi siyasetin tam merkezine oturdu ve her türlü tartışmanın, kutuplaşmanın temel faktörü haline geldi. Yaşanan mücadelenin röntgenini çeken en belirleyici kavram olmasına karşın AKP iktidarı kullandığı için karşıtları ve hinterlandı kullanmamaktadır.

Giderek keskinleşen siyasi kutuplaşmanın sorumlusu, Cumhurbaşkanı Erdoğan gösterilmesine rağmen bunu asıl isteyenler, tezgâhlayanlar, körükleyenler Eski Türkiye sevdalısı malum çevre ve yapılanmalarıdır. Bu kutuplaşmayı da Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı ile yapmaktadırlar. Kutuplaşma belki AKP’nin tabanının kemikleşmesine yarar ama karşıtlarının varlık nedenidir.

Eski Türkiye’ye dönülmesinde ısrarcı olanlar rejimin ürettiği tornadan çıkma kemikleşmiş tek tip tutucu kesime oynayarak toplumu kutuplaştırmaktan yararlanmak istiyorlar. Lakin kutuplaştırıcı siyaset için işlerine gelecek bir kavram bulmada sıkıntı yaşıyorlar. Eski Türkiye’yi isteyenleri bir siyasi ve ideolojik kategoride ele almak mümkün olmadığından ortak payda oluşturamıyorlar.

Batıdan ithal ettikleri 12 Eylül 1980 öncesi sağ-sol kutuplaşması kendileri için biçilmiş bir kaftan idi. Milletimize yabancı olan bu uyduruk sağ-sol ayırımı Yahudi’nin böl ve yönet metodolojisine küresel işlerlik sağladığından dünyada yaygın uygulama alanına sahipti. Askeri yönetim basiret gösterip Turgut Özal’ın 4 eğilimi birleştirme siyasi mühendislik projesine destek vererek batılı bir kavram olan müzmin sağ-sol bloklaşmasından Türkiye’yi temelli kurtardı. 12 Eylül liderlerine yönelik hiç bitmeyen, azalmayan kin, adavet, nefret ve öfke bunun bedelidir.

Ne var ki çok partili demokratik siyaseti toplumu kategorize edip kutuplaştırmadan yürütmek de mümkün olmamaktadır. Bu durumda yapılacak olan toplumu doğru bir eksende kutuplaştırmak ve sağlıklı sonuçlar ortaya çıkarmaktır.

Böyle bakıldığında AKP iktidarı ve Türkiye vizyonu için Eski Türkiye-Yeni Türkiye kutuplaşması son derece uygun, elverişli bir konsept oluşturmaktadır. Bu yüzden, Eski Türkiye’yi isteyenlerin Yeni Türkiye söylemini itibarsızlaştırma çabalarına karşın, körükledikleri kutuplaşmaya iktidarın koyduğu bu ismi kullanmak işlerine gelmiyor. Eski Türkiye’nin herhangi bir açıdan savunulabilir bir yanı olmamasına karşın Sabetayist Yahudi Toplumu için çiftlik olması özlettirse de bu isimle anmak istemezler.

Kendilerine uygun bir siyasi kutuplaşma konsepti bulamadıklarından toplumun Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı üzerinden bölünmesi yönünde yoğun bir çaba harcıyorlar. Şimdiki konjonktür imkân veriyor olsa bile bunun sürdürülebilir olması, kurumsallaştırılması söz konusu değildir.

AKP iktidarı açısından henüz aşılamayan handikap ise Eski Türkiye ve Yeni Türkiye kavramları hakkında geniş toplum kesimlerine dönük esaslı bir bilgilendirme, değerlendirme ve açıklamayı yapamamış olmasıdır. Sadece birtakım noktalardan vuruşlarla imalarda bulunarak Eski Türkiye hedef yapılırken vurucu bir radikal söylem için büyük kitle henüz hazır hale getirilmiş değildir.

AKP iktidarının en büyük eksiği ise yaptığı girişimlere ve aldığı mesafelere rağmen hala nitelikli ve etkili bir medya ile aydın kesimine sahip olamayışıdır. İslamcıları ve devşirmeleri ile AKP’nin savunucuları paralı asker zihniyeti ile hareket etmektedirler. Oysa karşı tarafın Eski Türkiye için ölümüne çarpışan her kesimden şövalye zihniyetli adamları ve kadınları var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu söylemleri, icraatları ile tamamen Millî Görüş doğrultusunda hareket etseler de Yeni Türkiye’ye bu adı verememektedirler. Bunun önünde üç önemli engel bulunmaktadır.

1-Toplumun büyük bir kesiminin henüz hazır duruma getirilemeyişi. 2-Uluslararası dengelerde yaşanan değişim sürecinde henüz uygun konjonktürün oluşturulamaması. 3-Saadet Partisi’nin oluşturduğu engel. Bu üç engelin aşılması için çok uzun olmayan bir zamana ihtiyaç var.

Ancak eski Türkiye için direnenlerle Yeni Türkiye için bastıranların çok iyi bildiği bu kutuplaşma Dünya Siyonizm’i ile Millî Görüş arasındaki derin siyasi mücadeleden kaynaklanıyor. Her ikisini de destekleyen arka planda derin yapılanmaları var ki asıl savaş onlar arasında sürmektedir.

Dünya Siyonizm’i mevcut küresel sistemin kurucu sahibi olarak zaten uluslararası güç niteliğini sürdürmektedir. Erbakan’ın siyonizm karşısında tek başına sıfırdan başlattığı Millî Görüş ise 40 yıllık süre içerisinde Türkiye’yi kurtarıp bağımsızlaştırmakla kalmamış, İslam ülkelerine ilaveten ABD, Rusya, Almanya ve daha birçok ülke yönetimleri bünyesinde yapılanmalar oluşturmuş ve karşılıklı çıkar ilişkisi kurmuştu. O ilişkiler gelişerek devam ediyor. Yoksa Türkiye’nin tek başına Dünya Siyonizm’i karşısında sürekli zemin kazanıp mesafe kaydetmesi mümkün olmazdı.

Bugün Dünya Siyonizm’i Yalta Konferansında kurduğu iki bloklu dünya sistemine, soğuk savaş dönemine son vererek tek süper güç ABD liderliğinde Yeni Dünya Düzeni kurmaya kalkıştıysa, başaramadıysa 28 Şubat sürecinde tümden Millî Görüş’ün kontrolüne giren Türkiye’nin istenen desteği vermemesindendir. 13 yıllık AKP iktidarıyla gelinen noktada Dünya Siyonizm’inin hiçbir projesinin hayata geçirilmesine izin vermeyecek güce erişen Türkiye kum saati gibi lehine akan süreçte etkin bir küresel aktör olmaya devam etmektedir.

Bugün artık tek süper güç ABD, Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi söylemlerine dünya gündeminde yer yok, kimse de ağzına almıyor.Siyonizm’in bu projelerini gerçekleştirme adına ABD ve müttefiklerinin işgal ettikleri Irak’tan çekilmek zorunda kalmalarından sonra şimdi dünya bölgede alan hâkimiyeti kuran IŞİD’i Türkiye’nin desteklediğini konuşuyor. Peki konuşup da ne yapıyor? Hiçbir şey! Yalnızca güçten anlayan günümüz dünyası bükemediği bileği öpme konusunda fazla yüksünmez.

Bugün Türkiye Birleşmiş Milletleri eleştirebilen, NATO’ya rağmen bölge politikalarını belirleyen, her sorunun çözümünde katkısına mutlak ihtiyaç duyulan tek ülke konumundadır.

İşte Erbakan’ın Millî Görüş hareketiyle 40 yılda bu konuma getirdiği Yeni Türkiye olgusuna Eski Türkiye sevdalıları tahribat diyerek 12 Eylül 1980 öncesine döndürmek için restorasyon istiyor!

Doğru, gerçekten de ortada bir tahribat var. Lakin bu tahribat, Dünya Siyonizm’inin Türkiye’deki uzantısı, Erbakan’ın ifadesiyle müstemleke tipi 1923 hile rejimi ve köle düzeni statükosunda yapılan tahribattır. Bu tahribatın restorasyonu da Eski Türkiye’nin yeniden inşası da artık imkân dâhilinde değildir. Eskilerin tabiriyle eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal!

Ancak, Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa aday gösterildiği tören sırasında ilk kez sözünü ettiği tahribat ve restorasyon meselesi; 1923 devrimleriyle milletimizi ihanet edip içeriden vuran haçlı işgal kuvvetleri ile işbirliği halindeki Sabetayist Yahudi azınlığın yapıp ettiklerini, kırıp döktüklerini onarma ve o uğursuz tarihi kırılmaya son verilmesi çabasıdır.

Ne var ki 7 Haziran Seçiminde AKP’nin tek başına iktidar olamaması nedeniyle bitleri canlanan Batıklüp mensubu muhalefet partileri Eski Türkiye’yi inşa hayaline kapılarak yapılan tahribattan ve restorasyon yapmaktan söz eder oldular. Ama gördüklerinin serap olduğunu çok geçmeden fark edince içine atladıklarının deniz değil çöl olduğunu anladılar.

Ve ayaklarının su yerine yere değdiği şu süreçte artık tahribat, restorasyon türündeki sözcükler kullanılamaz oldu. Buna mecalleri kalmadı. Başbakan Davutoğlu’nun sözünü ettiği restorasyon ise hiç hız kesmeden devam ediyor.

Böylece tahribat ve restorasyon kavramları üzerinden kinayeli şekilde sürdürülen siyasette algı oluşturma, yönetme mücadelesi birbirine zıt iki rövanşist odak arasında geçerken kitlelere farklı şekillerde yansıtılmaktadır. Genel kamuoyu bu kavramlarla neyin kastedildiğini anlamış değil.

Bir taraf tahribat derken Haçlı Batı desteğiyle 1000 yıllık Selçuklu-Osmanlı İslam Medeniyetinin hedef alınarak paganist ırkçı zihniyetle yapılan 1923 devrimlerinin yol açtığı tarihi büyük kırılma ve çöküşü kastetmektedir. Diğer tarafsa bu tarihi kırılmayı tamir maksadıyla yapılan yenilenme, restorasyon çalışmaları ve Yeni Türkiye olgusundan 1923 rejiminde yapılan tahribat olarak söz etmektedir.

Tahribat-restorasyon tartışmasının özünde Türkiye’yi kim, nasıl yönetecek meselesi olduğunun çok az kişi farkındadır. Eğer 1923 devrimlerinin yol açtığı tarihi kırılma tahribatsa restorasyonu, Selçuklu ve Osmanlının devamı Yeniden Büyük Türkiye isteyen Millî Görüş doğrultusunda millî irade temelinde yapmak gerekir. Yok, eğer bu maksatla devrimlere ve statükosuna yönelik tüm değişiklik çalışmaları tahribatsa o takdirde restorasyonu dışarıdan destekli Batıklüp mensupları yapacaktır.

Eski Türkiye’yi sahiplenenler statükonun korunmasını, küresel güçlerin vesayetini, müstemleke tipi bir yönetim oluşturularak demokrasinin yine sağ-sol partiler arasındaki yazı-tura oyunu gibi sahnelenmesini istemektedirler. Bu nedenle Eski Türkiye’nin sembolü Çankaya Köşküdür.

Köşk, başbakanlık düzeyinde ülkeyi temsil eden yöneticinin kaldığı yerdir. Selçuklu ve Osmanlı padişahları saraylarda, sadrazamlar köşklerde kalırlardı. Bugün ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Japonya gibi birçok ülkede rejimin niteliği, temsil eden yöneticinin sıfatı ne olursa olsun, kaldığı yer saraydır.

Türkiye Cumhuriyeti örtülü bir İngiliz müstemlekesi şeklinde kurulduğundan Cumhurbaşkanının oturduğu yerin ismi Çankaya Köşkü olarak anıldı. Saray yerine Köşk denilmesi Osmanlı Devleti saltanatla yönetildiği ve padişah sarayda oturduğu için ona benzememek, aksini yapmak adına olsa bile özünde Türkiye’nin dönemin süper gücü İngiltere nezdinde başbakanlık düzeyinde bir yönetime sahip olduğunun zımnen kabullenilmiş olmasıydı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu Eski Türkiye konseptinin 1923 devrimlerinin oluşturduğu 1000 yıllık İslam tarihimizdeki kırılmayı ifade ettiğini, Yeni Türkiye’ninse devamına tekabül ettiğini birçok konuşmalarında açık sözlerle dile getirdiler. Bu sözlerin altını doldurmaya ise açıkça ve düz mantıkla hareket edilerek çalışılamayacağını bunun için siyaset üretilmesinin gerektiğini bilmek gerekir. Yapılmakta olan da budur.

Bu toplumsal boyutları iç ve dış faktörleri de olan bir süreçtir ve çok da başarılı yönetilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu samimi bir inanmışlık, hakiki bir adanmışlıkla bu davaya omuz vermektedirler. Karşılaştıkları dehşet tepkiler yüz yüze geldikleri riskler ve herşeye rağmen pes etmemeleri bunun kanıtıdır.

Elbette ki AKP’de ve hükümetlerinde yer alan herkesi ve tüm seçmenini bu bilinçte, kararlılıkta, samimiyette görmek mümkün değil, şart da değildir. 13 yıllık AKP iktidarında, inişli-çıkışlı bütün sergüzeşte rağmen gelinen noktadaki Yeni Türkiye tablosu Millî Görüş politikalarının başarıyla uygulandığını göstermeye yetmektedir. Önemli olan, güven veren, umut verense budur. Kimler bu süreçte destek, kimler köstek oluyor; kim hangi cephede yer alıyor soruları ise herkese!

Sayı: 870

15 Tem 2015 - 00:10 - Manşet



göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler