TÜRKİYE’NİN ÖZALLI YILLARINDA

Başkan Trump antisiyonist, hatta antisemitist bir ulusalcı akımın desteğinde Beyaz Saraylı oldu. ABD’deki kurulu düzenin canhıraş saldırılarına rağmen başkan seçildi. Mücadelesini var gücü ile sürdürüyor. Siyonist medyayı her gün topa tutup dünya âleme rezil ediyor.Bir kıyas yapmak gerekirse ABD’de Trump’la başlayan sürecin Türkiye’nin 1980’lerdeki Özallı yılları düzeyinde olduğu söylenebilir.

Eski Amerika-Yeni Amerika mücadelesi

TÜRKİYE’NİN ÖZALLI YILLARINDA

ABD’de yaşanan, başta Türkiye bütün dünyayı çok yakından ilgilendiren, Başkan Trump’la ayyuka çıkan küreselcilerle ulusalcılar arasındaki şiddetli iktidar kavgası büyük gelişmeleri tetikleyip başlatacak niteliktedir. Bu yüzden tüm dünya ülkelerinde dikkatle izlenmektedir.

Yüzeysel bakıldığında ABD’ye dünyanın jandarmalığı rolünü biçip zapturaptından sorumlu tutan, özünde İsrail’in güvenliği ve bekası endişesinden hareket eden Neo-Con denilen bir Siyonist takım ile, önce ülkemiz sonra dünya diyen Ulusalcı ekip arasındaki iktidar kavgası gibi gözüküyor. Ancak dünyadaki diğer gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde yaşananın başka boyutları ve dinamikleri olduğu görülmektedir.

Dünyada veya her ülkede ortaya çıkan gelişmeleri spontane olaylara, tesadüflere bağlayıp zahiri sebeplerle anlamaya ve açıklamaya çalışmak çok yanıltıcı olur. Büyük gelişmeler bir basit görünen olayla ortaya çıkıp büyüyebilir. Bu aysbergin ucunun su yüzüne çıkması gibi bir başlangıçtır, dev kütlesi giderek tezahür eder.

Tarihteki büyük gelişmelerin tamamı, büyük şahsiyetlerin başlattıkları gelişmelere dayanır. Genelde kitleleri millet yapan, örgütlü toplum haline getirenler büyük liderlerdir. Hangi ülke bir milli kahramana köklerini dayandırmaz? Liderler olmadan toplumlar, milletler oluşmaz.

Tarihteki büyük şahsiyetler büyük devletleri, imparatorlukları yönetmiş olanlar değil kurucu liderleridir. Kurucu büyük şahsiyetler yaşadıkları dönemlerde pek anlaşılmaz. Büyüklükleri sonraki zamanlarda başlattıkları hareketlerin etkileri ve devamı ölçüsünde ortaya çıkar.

NASA’da yapılan bir araştırmada tarihteki gelmiş geçmiş en büyük 100 şahsiyetin tespitini şu kriteri esas alarak yaparlar: En az imkânla, en ağır şartlarda, en büyük gelişmelerin öncülüğünü yapmış olmak.

Bu kriterle 100 tarihi şahsiyete ait bilgi kompütere yüklenir ve tuşa basılır. En başta, birinci sırada Hz. Muhammed çıkar: İnsanlık tarihinin en büyük şahsiyeti Hz. Muhammed (SAS)!

Oysa bugün insanların üçte birinin, yeryüzünün dörtte birinin getirdiği İslam dinine mensup bulunduğu Hz. Muhammed (SAS) hayatta iken Hicaz denilen Mekke ve Medine’den ibaret takriben 10 bin nüfuslu iki küçük şehir ve çevresinden ibaret bir hâkimiyet alanına sahipti!

Dünyanın doğuda Sasani İmparatorluğu batıda Bizans İmparatorluğu tarafından hâkimiyet altına alındığı bir dönemde İslam’ı yaymaya başlayan Hz. Muhammed (SAS) çöl ortasında yeryüzünün oldukça ıssız bir bölgesinde yaşayan Kureyş Kabilesine mensuptu. Kabilesine karşı bile zorlu bir mücadele vermek mecburiyetinde kalmıştı.

Getirdiği dinin mensupları Kendisinden (SAS) sonra kısa sürede iki imparatorluğu çökertip 90 yıl içinde İslamiyet’in sınırlarını; doğuda Hindistan ve Endonezya’ya, batıda İspanya’ya, kuzeyde Orta Asya’ya dek genişlettiler. Nice ordu, devlet, imparatorluk, medeniyet İslam’a dayanarak hayat buldu.

Bugün, 20.Yüzyıla damgasını vuran materyalist ideolojilerin tamamı iflas etmiş, komünizm çökmüş, kapitalizm çatırdamaya başlamış durumda iken; insanlığın kurtuluş ümidini içinde barındıran bir adil düzen kurabilecek tek kaynağı ve dayanağı yine İslam sunmaktadır.

Bu girizgâhtan sonra şimdi gelelim Batı Medeniyetinin başat ülkesi ABD’de yaşananları bu perspektiften ele alıp mercek altına almaya…

Önce bir kere tarihi bir tespitten yola çıkıp şu yıkılmakta olan küresel düzenin, arka arkaya çıkartılan iki dünya savaşının ardından 1945’te gerçekleştirilen Yalta Konferansında savaş galibi ülkeler tarafından kurulduğunu göz önünde bulundurmak durumundayız.

Yalta Konferansından çıkan sonuca bakarak her iki dünya savaşını çıkartan gücü/zihniyeti tespit etmek mümkündür. İki savaşın da galibini üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu diye dünya biliyordu. Lakin Yalta Konferansında kurulan Birleşmiş Milletlere bağlı iki süper güç halinde ABD ve SSCB arasında dünya bölüşülürken İngiltere adeta yok sayıldı! Bu gösteriyor ki, İngiltere’yi Büyük Britanya İmparatorluğu yapan güç bu defa ABD ile SSCB’yi süper güç yapmıştı! Bu realite ışığında yaşananların değerlendirilmesi gerekir.

Şimdi de gelelim insanlık tarihinin bu en büyük iki süper gücünün artarda yıkılış hikâyesini birlikte okumaya. Bu hikâye bilinmeden dünyada yaşananları doğru algılayıp anlayabilmek mümkün değildir.

Bunun için önce bir olayın mercek altına alınıp incelenmesi gerekir. Ki bu, küresel düzenin zirvede olduğu 1974 yılında, iki süper güç arasında gerçekleştirilen Vladivostok Anlaşması diye tarihe geçen, ABD Başkanı Gerald Ford’la SSCB lideri Leonid Brejnev arasındaki zirve toplantısıdır. Bu zirve toplantısını Erbakan bir seminerde şöyle değerlendirmişti…

23-24 Kasım 1974’te, Sibirya’nın turistik Vladivostok kentinde ABD ile SSCB liderleri arasında yapılan zirvenin ardından yapılan bir anlaşma dünyaya açıklandı. Ancak ne konuşulduğu ve hangi gizli mutabakatlara varıldığı zirveyi müteakip dünyada ortaya çıkan gelişmelere bakıldığında ancak anlaşılabilir. Bu gelişmeler şöyleydi…

Önce ABD, uzun yıllardır savaştığı Vietnam’dan apar topar çekilmeye başladı. Sonra SSCB Mısır’dan çekilip bu ülkeyi ABD’ye bıraktı. Anlaşıldı ki, iki süper güç iki ülkeyi takas yapmışlar: Vietnam SSCB’ye, Mısır ABD’ye!

Peki, başka ne oldu? Türkiye ve Pakistan’da sağ-sol anarşisi başladı… Türkiye’deki kitlesel anarşi ve kurtarılmış bölgeler Fatsa, Sivas, Kahramanmaraş, Adana hattında yoğunlaştı. Türkiye’nin kuzey-güney ekseninden ikiye bölünmesinin planlandığının, doğusunda SSCB’ye bağlı Marksist-Leninist bir Kürt devleti, batısında ABD’ye bağlı milliyetçi-faşist Türk devleti oluşturulmasının zirvede kararlaştırıldığının göstergesi bu gelişmeler, Türkiye’nin iki süper güç arasında kardeş payı yapıldığının ifadesidir. Bu güzergâhtaki kurtarılmış bölgeler birleştirilip Türkiye’nin doğusu ile batısı ayrılıp fiili olarak birbirinden koparılmak isteniyor. Nitekim Pakistan’da, Muciburrahman’la (Bangladeş kadın başbakanın babası) Zülfükâr Ali Butto arasındaki sağ-sol kavgasıyla Pakistan ikiye bölündü. Doğu Pakistan Bangladeş devleti oldu. Müslüman bir ülkeyi çok fazla büyük istemeyen Siyonizm Pakistan’ı bölerek küçülttü.

Erbakan bunları 1978’de Millî Selamet Partisi’nin bir seminerinde anlatmıştı. 12 Eylül 1980 darbesi bu süreci hızlandırmak için yapıldı. Lakin askeri yönetim, Erbakan’ın kontrolündeki milli derin devletle işbirliği yaparak o planı bozdu. Muciburrahman’la Zülfükâr Ali Butto’nun başardığını Ecevit-Demirel ikilisi -Allah’a şükür- başaramadı!

Bunları neden mi anlattık? Art arda iki dünya savaşı çıkartan, 1945’te Yalta Konferansında Birleşmiş Milletler Örgütünü, ona bağlı ABD-SSCB liderliğinde iki bloklu bir dünya düzenini kuran güç ve irade Siyonizm’e aitti. İki süper güç, soğuk savaş denilen bir muvazaalı ağız dalaşı yapıyor, NATO ile Varşova askeri paktları arasında silahlanma yarışı sürdürüyordu. Vladivostok Antlaşması ve sonrasında vuku bulan olaylar, iki süper gücün tek merkezden, Siyonizm tarafından yönetildiğini çok açık, net gösteriyordu!

Erbakan; Siyonizm’in kurduğu, yönettiği iki kutuplu, iki bloklu dünya düzeni zirvesinde iken siyasi hayata atılıp tek başına Millî Görüş hareketini başlattı. Millî Nizam Partisi’ni kurunca 12 Mart 1971 Muhtırası verildi, ilk partisi kapatıldı. Millî Selamet Partisi’ni kurup Meclis’teki üçüncü parti olarak 4 yıl iktidar ortağı olunca, 12 Eylül 1980 Darbesi ile kapatıldı. Ardından Refah Partisi’ni kurup 54. Hükümette Başbakan olunca bu kez 28 Şubat 1997 müdahalesi sürecinde o kapatıldı. Yerine kurduğu Fazilet Partisi de kapatıldı… Lakin Engellenemedi!

Çünkü ordu içerisinde milli derin devlet dediğimiz bir yapılanma oluşturan Erbakan ülkenin yönetimini ele geçirmiş, Türkiye’yi Siyonizm’in güdümünden çıkartıp bağımsız özgür siyasi güç haline getirmeyi başarmıştı. İslam ülkelerini örgütler, iki bloklu dünya düzeninin soğuksavaş muvazaasını zora sokacak tehlikeli mecralara sürükler diye korkuluyordu. Önlemini almak amacıyla SSCB kontrollü şekilde dağıtılıp ABD tek süper güç yapılarak Yeni Dünya Düzeni kurulduğu ilan edildi. Birleşmiş Milletler baypas edilerek fiilen devre dışı bırakıldı…

Afganistan’la Irak’ı işgale başlarken ABD başkanı Bush; ya bizimlesiniz, ya düşmanımız diyerek dünyaya meydan okudu. Hedef sistemden çıkmış olan Türkiye idi. Bu dayatmanın amacı Irak’a kuzeyden girme bahanesiyle Türkiye’nin işgal edilmesiydi. 1 Mart Tezkeresini Meclis’in geri çevirmesi ben sizinle birlikte hareket etmeyeceğim demekti! Bunu takip eden süreçte ABD ve müttefikleri Irak’ta yenilgiye uğrayıp çekilmek zorunda kaldılar. Tek süper güç ABD ve Yeni Dünya Düzeni efsanesi böylece son buldu ve yeni bir süreç başladı…

Başkan Bush’un tehdidine rağmen Türkiye’den 1 Mart Tezkeresinin hesabı sorulamayınca Siyonizm’in güç yetiremediği anlaşıldı. Putin liderliğindeki Rusya Federasyonu Gürcistan’a girip Güney Osetya’yı, Ukrayna’ya girip Kırım’ı ilhak etti. Körfez ülkeleri ABD’ye aldırmayıp Türkiye ile siyasi, ekonomik, askeri ilişkilerini geliştirdiler. Almanya, Avrupa Birliği patronajı ile özgün politikalar izleyip Türkiye ile ilişkilerini derinleştirdi. Çin ayrı bir güç olup sahnede yerini almaya başladı. Dünya Siyonizm’inin 1945 Yalta Konferansıyla kurduğu dünya düzeni artık çöktü. Bu çöküş en sonunda ana üssü ABD’de etkilerini göstermeye başladı.

Başkan Trump antisiyonist, hatta antisemitist bir ulusalcı akımın desteğinde Beyaz Saraylı oldu. ABD’deki kurulu düzenin canhıraş saldırılarına rağmen başkan seçildi. Mücadelesini var gücü ile sürdürüyor. Siyonist medyayı her gün topa tutup dünya âleme rezil ediyor...

Böylece Eski Türkiye-Yeni Türkiye olgusu ABD’de yaşanmaya başlamış durumda. Lakin gelişmeler çok yeni sayılır. Bir kıyas yapmak gerekirse ABD’de Trump’la başlayan sürecin Türkiye’nin 1980’lerdeki Özallı yılları düzeyinde olduğu söylenebilir. Özal da Başbakanlığı sürecinde Türkiye’deki Yahudi basının saldırılarına maruz kaldı, mücadele etmek zorunda kaldı.

Başta Hürriyet Erol Simavi’nin gazeteleri, Başbakan Özal’a savaş açarak aile boyu hedefe koydular. Erol Simavi Hürriyet’te sürmanşetten açık mektup yayınlatarak Başbakan Özal’a çomar diye hitap etti; ardından ANAP kongresinde suikast düzenledi. Kardeşi Korkut Özal bir televizyon canlı yayınında “Ağabeyim bana Erol Simavi’nin suikastı düzenlediğini tespit ettiğini, ancak ardına düşmek istemediğini söyledi” açıklamasında bulundu; sorgulanmadı!

Başbakan Özal döneminde, Türkiye’deki Yahudi Medyasınıntekeli kırılamadı. Bu tekelin kırılması 28 Şubat Sürecinde mümkün oldu! Yandaş diye suçlanan medya aslında Yahudi Medyasının kırılan tekelinin ifadesidir. ABD’deki Yahudi Medya tekelinin kırıldığını Başkan Trump belki göremeyecek. Lakin bu kaçınılmazdır. Yaşanan sonun başlangıcı Türkiye’den daha kısa sürebilir. Bunun için yine de ABD halkının daha çok fırın ekmek yemesi gerekir!

Sayı: 953

21 Şub 2017 - 17:45 - Manşet



göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Elazığ Belediye Başkanı kim olmalı?
Tüm anketler